Hakkımda

Fotoğrafım
En zor eğitim yollarından biri olan hayat ile kendimi eğitmiş bir insan olarak,ne kendi duygu ve düşüncelerime yabancıyım ne de başkalarının duygu ve düşüncelerine,şiir bir duygu aracından çok duyguların meyve vermesidir ki ben nice koca incir ağaçları gördüm,içi kadar meyvesi de çürümüş ve güvenilmez,meyve vermek her kökü olanın değil toprağı bereketli olanın işidir...

Arama Yeniden Devrede

Burda:
http://duygusalt.blogspot.com/2008/04/arama.html

ÇALKANTI

Sondan bir önceki akşamın sancısını taşıyorum iliklerimde.
Karanlık mazisi, geleceğin içimde bir üftedir.
Dal kırıkları üzerinde seken insan kümelerinde,
Yükseklere uzanan her el demeti,
Sanki topraktan devşirilmedir.

Çam sakızı, çoban armağanı; karnı yarılmış bir mutluluk
Bir yarısı acı, keder, hüsran; diğeri ise acıma ve şevkat ile süslenmiş
Bir tabak dolusu sevgi. . .
Hep yarı aç, yarı tok kalkıyoruz, bu sofranın adabı gereği! . .
Üzerimize de siniyor, yalın bir yokluk.

Kaktüs yaprağından kotarılmış, ince, dikensi bir yalnızlık
Kuruntu kumaştan dikilmiş gözde, sırmalı bir kaftan.
Hayat denizinde, sanki bir anlık
Aç, susuz bırakılmış bunca da insan! . .

Tarih: 25 / 11 / 1992

SORGULAMADA İSTANBUL

Bir gürültü, bir hengame
Şaklabanlık dürtüleriyle nadasa bırakılmış
Taşı, toprağı altından; ilah gibi üzerine titrenen
Beş para etmez memleket. . .

Saçmalıkların, göbek kordonuyla başı çektiği ve. . .
Sarayburnu deniz dibi trafiğinde,
Yahut da birinci, ikinci boğaz köprüleri ile perçinleşmiş;
Ya da otobüs, kamyon, otomobil lastikleri altında son bulmuş. . .
Daha aklımıza gelen gelmeyen nice kilometre taşlarında,
Kendini sınamış, salgın bir hastalık misali
İnsanlara musallat olan, tarifi yapılamaz. . .
O sıradan gezegen.

Bir yakasında Üsküdar, Beşiktaş; Kadıköy, Eminönü. . .
Diğer yanında da Bostancı, Adalar; Sirkeci, Yalova arasında,
Soluksuz denizlerde yalpalayan insan kitleleri merkezi. . .

Kuramsal yok oluşların ve yalnızlıkların,
Her gün, biraz daha boğazın pisliği içine gömüldüğü,
Karanlık mazisi, derin anlamlar içeren. . .
Sahipsiz büyülü şehir.

Aşıkların birbirleriyle köşe kapmaca oynadığı,
Duygusallıktan yana nasibini, biraz olsun almamış
Demirden ayakkabıları ile yürekler üzerinde gezinen,
Karınca nezaketi ile de bizi ısırmaktan geri durmayan
Kancalı karamsarlıklar mekanı. . .

Ey! . . Düşünce nedir bilmeyen,
Sorumluluğu ise omuzlarında hiç hissetmemiş,
Duygu kırıntısından yoksun
Melek gibi insanları da içinde barındıran
Şeytanlarla yapılan düelloda acımasız
Acımasız olduğu kadar, bir o kadar da kaygısız
Toprak parçası. . .

Kadınların ve çocukların, masum bedenlerinde dolaşan ellere,
Daha ne kadar seyirci kalacak,
Bu vicdansız ve dengesiz semtlerin,
Sorgusuz, sualsiz infazını yerine getirme hakkını
Kim veriyor sana! . .
Cam kırıkları gibi ele batan zaman parçacıklarıyla
Üzerine hücum etme zevkini; tiksindirir güzellikler ile
Yok olma fırsatının da elden kaymasını sağlayan kim
Milyonlarca insana! . .

Yalap şalap yıkanmış, bakımsız yüzlerde
Pervasızca büyüyen sivilceler misali
Bunca sabır ve metanetle belleklerde. . .
Uygunsuz durumlarda, milyon defa adı okunmuş
Bir parazit bakteri gibi ruhumuzu sömüren,
Sen değilsin de başka bir şey mi yoksa! . .

Her soru, sorgulamada bir bakış açısı
Her açısından da bakılınca üçgenin,
Yaşam, yürekler acısı. . .
Neden verilemez cezası, sorgulamalarda!
Suçluya, suçunu itiraf ettirirse de;
Sağanak olup dinmese de sorular,
Ne gündüz ne gece ahenkleri değişir.
Sakıncalı, kaçamak bakışlar arkasından da
Kulağımıza şu lakırdılar çalınır;
“Bir gün düzelecek, bir gün düzelecek, bir gün. . .
Bir akıllı da çıkıp da belki. . . şu soruyu da sorar;
Bir gün. . . Lakin. . . Ne zaman? . .

Tarih: 23 / 11 / 1992

GARİBAN

Akşam akşam, yeniden üzüntü gezegenine yolculuk yaptım.
Bakınca tam anlayamadım; ya vardı ya yoktu sekiz, on yaşlarında,
Gezindiriyordu sadece pervasızca elini kolunu, boş yere iki yanında
Sağır mı, dilsiz mi, yoksa akıl fukarası mı; bir türlü hissedemedim!

Kara paltosu uzanıyor taa. . . ayak parmaklarına
İnceden inceye alay ediyordu, yüzümüze bakıp o haliyle; şaşakaldım. . .
İnanır mısınız ey dostlar, o gariban çocuğa nedense acıyamadım
Derken, birdenbire aldı götürdü beni, duygusal melankoli diyarlarına.

“Demini bulmuş bir insan” havası, düşencesi uyandırdı
O gariban çocuk bende.
“Duyarlı” insan tablosu çizen beşerde bile ben, öyle kişiliği görmedim.
İçtiği ayranın kutusunu bile götürürdü, attı çöp tenekesine.
Allah’ım! . . Bu çocuk akıllı mı, deli mi; hiç bulamadım. . .

Benim kolumda, kaplama bir saat,
Onunsa paltosundan daha değerli hiçbir şeyi yok
Aynı ruhlara sahibiz; aynı havayı da teneffüs ediyoruz
İyi de ne ki beni “değerli” kılan, onu yerden yere vuran!
Onu doğurup ( vurup? ) sokağa bırakan anne de
Çok vicdanlıymış, çok. . .
O, her şeyden habersiz yaşıyordu hayatını
Onu görünce ben oldum, edebinden sarsılan. . .

Tarih: 18 / 11 / 1992

AĞLAMAKLI

Bilemiyorum, hangisi doğru; ağlamak mı, avunmak mı? . .
Yoksa direnmek mi ağlamaya?
Seni hiç tanımıyorum. . ! Yüzünü de hiç görmedim.
Ne sesini duydum, ne de kokunu aldım;
Benim yaptığım, yoksa yaşamı savunmak mı?

O halde ne ki beni benliğinle bu denli kucaklaştıran!
Belki de sana kızdığım için karalıyorumdur bu satırları.
Sen ki kuyruğunu sıkıştırıp bacaklarının arasına kaçtın,
Bu soluksuz dünyadan.
Cesedin daha soğumadı; ama seni, sevenlerini tekrar aldatıp
Yok olacaksın toprağa bataraktan

Son sevgililerini, iki kez arkasından hançerledin.
Seni, kardeşi gibi seven şirin kızlar, arkadan gözyaşı tüketiyorlar.
Ya o çocuksu gülüşleriyle, şakalarıyla, seninle bütünleşen erkekler
Daha şimdiden, çelik çomak oyunlarında,
Senin yerine oynayacak insanı bulma telaşındalar.

Annen, baban perişan; yaşam savaşı derdindeyken. . .
Bir de kahır koydun gönüllerine, özlemin de cabası
Oysa sadece sana bağımlı olan bir şey değildi yaşamak.
Dedim ya! . . tuzsuz aşa, pirinç kattın sen;
Suyunu kaçırınca da oldu pirinç lapası.

Öğretmenlerin de yas tutuyor senin için
Onlara, aptal öğrencilerin yorucu izdihamlarından sığınacak
Bir çatı altı gibiydin.
Gönlünü fethettiğin bir dilber de vardı, bir yerlerde belki de, kim bilir!
Ama yo! . . İlle de sen, kendini, o pencereden kaldırıp atacaktın.

Mademki yazıyorum; senin için bir şeyler daha karalayacağım.
Sen, en kolay olanını seçtin; zoru ise belki de hiç denemedin.
Benliğinin içinde, belki de sen, kararını çok zaman önce vermiştin.
Bağışlasın beni, seni sevenler; elbette beni üzdün; ama. . .
Ne yazık ki, arkandan ben, ağlamayacağım!

Ne söyleyebilirim ki! . . Senin için üzülerek çarpan yüreklerin hepsi haklı
Bin bir tane soru bıraktın göçüp giderken beyinlerde;
Yaşlı gözleri ise meraklı.
Ne istedin, onca seni seveninden; arıca, bir de benden. . .
Gecenin bir yarısı.
Muradına erebildin mi? . .
Öyle buğulu gözler bıraktın ki arkanda ağlamaklı! . .

Tarih: 17 / 11 / 1992

ERKEKSİ SİTEM

Sömürülmüş vücudu, baştan başa gençlerin
İsmi, kapkara harflerle işlenmiş; çocuksu erkekliğin
“Namus”u hiç tatmamış, bir eksik eteğin; uçkurunun esiri olmuş
Şehvet çırpıntılarında erkekler, sayılmaz kaç gecenin! . .

Soluğunda, çıplaklığın beden iniltileri var.
Benliğini karıştırırsan işin aslına, o iş, orada biter.
Her zaman, hep suçluyuzdur; hep hor görülürüz biz erkekler
Ruhumuzu satın aldınız, bir gramlık balık etiyle siz melekler

Size daima şiirler yazarız; şarkı derleriz.
Çalışır, didinir, yaranamayız; daha çoğunu isteriz.
Hepsinden önemlisi, sizi hep çok severiz
Ama bir türlü anlaşamayız; çünkü biz, ne de olsa erkeğiz.

Masmavi geceleri, zindan edersiniz bize.
Taşı sıksak sular fışkırır; hisseder bunu eliniz.
Bir aslan gibi kükremek yerine, bir kedi gibi kıvrılıp dizinize
Merhamet dilemekten başka, sizden bir şey mi isteriz?

Birinden, bir fiske yiyip hatayı, bütün bir zümreye yüklemek niye?
Aldanmayın sakın ha “Bunlar, bize muhtaçtır” diye!
Bir dünya yaratılmış, kadın ve erkeğiyle
Gelin yaşayalım işte, şevkat, sevgi ve aşk ile

Dolu dizgin duygular, hep menfaat peşinde
Hiç kimse arkada kalmıyor, birbirini aldatma yarışında.
Evrenin dört mevsiminde, her salise, her saniye ve her saatinde.
Savaşlarda, toprağa kucak açmıştır erkekler, yaşamın arifesinde.

Mihraca yükselen her ruh, erkek değil elbette.
Böyle bir yanılgıya düşersem büyük haksızlık ederim.
Durmadan hep, her saniye benden şüphe ederse
Bir insan olarak ben, gönül huzuruna nasıl ererim!

Tarih: 15 / 11 / 1992

KIYAMET RÜYASI

Cehennemde bir buzdan dağa, daha erildi.
Kaçıncı katıdır bilinmez yerin; gök başına devrildi.
Toprak ana, adem baba; her bir yere savruldu
Kabristandaki ölüler teker teker doğruldu.

O yüce yaratıcı, gökkubbede belirirken
Savrulan tüm enkazın, ansızın gözbebeği seğirdi
Kalp ağrısı bile artık, çare değilken
Kaybolmanın sırrını kimler keşfedebilir ki!

Dert, derman, yalnızlık, kasvet, uçurumlarda kayboldu.
Acı, keder, ihanet, hasret atmosfere dağıldı.
Mani, türkü, şarkı, ağıt; hepsi ruhlarımıza hapis oldu
İyi, güzel, kötü, çirkin; bunlar, zaten batıldı.

Zamansız koruda şeytanlar, her biri cirit atıyorlar.
Var olmayan öfkesiyle insan hırçınlaşıyor.
Aşağıya baktığında, kalıntılar, çevreye çirkef saçıyor.
Özgür kaldı ruhumuz; artık, hesap saati yaklaşıyor.

Gümüşten bir asa ile bir melek beliriverdi kapıda.
Nurla boyalı kapıdan, geçiverdik bir çırpıda.
Gördük ki, ruhumuza yabancı değil bu mekan. . .
Sonra; burnumuza kokular geldi, genzimizi yakan. . .

Bir kalabalık ki çevre, mahşerin taa kendisi
Kimi ruhlar avaz avaz bağırıyor, yankılamakta sesi
Herkesin önüne düşmüş şapkası, takkesi, külahı, fesi
Kimini cezalandırıp kimini bağışlıyor, evrenin efendisi. . .

Çok uzakta bir yerde, cehennem gözüme ilişti.
Bütün yaşadığım saatler, benliğimle çelişti.
Aranırken gözlerim, cennet bahçesiyle kamaştı
Doğrusu bu, akıl almaz bir varlık için bile olsa inanılmaz bir çelişki

Gökkuşağından aşağıya aktık ben ve bir kafile
Hafızamda bilgiler, telaş içinde.
Düşünceler kuşattı beynimi, sanki çelikten bir kale
Derken; indik gökkuşağından, çıktı karşımıza sonsuz bir şelale


Anladık ki bu, başlangıcın yarım öyküsü
Çalındı uzaklardan kulağıma, ahenkli bir horoz ötüşü
Kapalı olan gözlerim açıldı, birden dindi kabusu. . .
Bir kaldırdım ki başımı, aydınlanmış dünyanın mavi perdesi. . .

Tarih: 13 / 11 / 1992

AYYAŞ

Çorabının tekiyle kovalamaca oynarken
Demir parmaklar arasına sıkışır ellerin, ayakların
Çorba yerine tuzu, su içine katarsan
Dallanır budaklanır boğazında parmağın.

Duvar dibi ikliminde, iki büklüm yağarsın
Kardan bir adam gibi buz tutup da donarsın.
Gerçekleri unutup hayalinde yaşarsın
Sarsılmış yüz ve gözle aylak aylak gezerken

Bütünüyle ilti...tır söylenen lakırdılar
Ne çare ki o saatte, akıl kafadan uçar.
Seni dinleyen her kimse, “Acep bu, deli midir?” der.
Bir taraf, bir şekilde, evine geri gider.

Yıllardan beri, bir tek kez, kadın yüzü görmedin.
Şişe içinde yaşayan bir balık varsa o balık, sensin.
Adam sen de! . . diz şişeleri ardı ardına; muradına erersin
Dere kenarında bir yerde, bir gün, postu yere serersin.

Tarih: 9 / 11 / 1992

AYIŞIĞI

Mehtabın ritimleri yankılanmakta boşlukta
Kan kusturan siyah renk yok oldu, bir çırpıda
Dengeledin geceyi masmavi ışığınla
Hoş geldin yalnızlığıma, kaçamak ay ışığı

Bulutsuz gecelerde parlayan meşalesin
Nurdan parlak yüzünle bize hep gülümsersin
Hep bizimle birlikte bir o kadar da uzaksın
Ruhumuzu terk edip karartma ay ışığı.

Çekirdekten yetişme, doğuştan yeteneksiz
Yardıma muhtaç olana her zaman kifayetsiz
Doruğundaki kefene daima ihanetsiz
Bakmasını öğret de öğrenme ay ışığı.

Sana bakan her göz, aniden aydınlanıyor
Gözlerimin içi, parıl parıl ateşle kamaşıyor.
İçimde ise bir yara daima kanıyor
Göz üstüne mil çeken bir sırrın mı var ay ışığı

Bu tatlı rüzgarın da adını anmasam alınır
Bu rüzgarda varlıklar, gökyüzüne darılır.
Senin sayende ise gece loş bir ahenge bürünür
Tutsak olan tüm ruhlara selamlar ay ışığı.

Tarih: 8 / 11 / 1992

TURKUAZ

Olsa olsa, bir turkuaz ancak bu
Meyveden sulu, yemişten tatlı, cevizden sert, kılıçtan keskin olan
Gezgin dudaklarının arasında oluşan bir tutku. . .
Sihirbaz gibi ansızın; sihir ile kucaklaşan

Çamurdan; ama saçma sapan bir hayal benimkisi
Belki de elimin içini ovuşturan, simsiyah kara lekelerdir.
Zaten bu yaşam, bir önceki yaşamın biraz eskisi
Kara günler ise belki de; üzerine kireç dökülerek değiştirilenlerdir.

Zıvanadan çıkaran her nesnenin, belli bir ismi mi var?
Karamsarlık kırıntıları içerisinde kim yaşamak ister ki!
Bülbül bile öttüğü zaman sesini duyar,
Bu karmaşada, peşimize düşüp de kimler gelir ki?

Sendeleyen her insan acaba sarhoş mu?
Yaşam, bir zillede (sillede?) vurmuş olamaz mı yere onları?
Sanki senin hayatında hiç hatan yok mu?
Bırak artık elemeyi sen de şu kaygan kumları!

Çoğu zaman istiflenmiştir belki de kim bilir benliğimizde, insan katmanları
Soğuk buzullar gibi kaçıp gidiyor elimizden, zaman damlaları
Katmanlar arasında da ince dilimler halinde aşk yalanları
Bir yer de yok ki sırra kadem basalım,
Arkamızı yalar oldu ayak sesleri. . .

Tarih: 30 / 10 / 1992

BUDALA

Dertli ortaklar, dergah kurar tahtına
Son veremezsin, ruhunun noktalaşan saltanatına.
Varsa, yoksa kan ağlamak; varsa, yoksa yenilmektir.
Engel olamazsın bir türlü, söz geçiremezsin bahtına.

Çakırkeyf alemlerinin bir numaralı şaşkını
Anlatacak söz bulamazsın, ummanlara sığmayan aşkını
Yol ortasında durup tepe taklak insanlara bakar da
Kimselere duyuramazsın matemli haykırışlarını

Kapıp koy verdiğin zaman, arkandan lanetler okur
Adımlarını sınırlı atarsın, önünde belirir bir çukur
Kah aşağı düşersin, kah kalkarsın ayağa
Sonuçta; pembe bulutlar, üzerinde uçuşur.

Martı sesleriyle birlikte denizi de ararsın
Her lahzanın içerisinde, kılı kırk bin defa yararsın
Bir düşünceden, düşünceye aniden aralanıverir kapılar
Böyle dört duvar arasında, kaderine ağlarsın.

Köpürüp taşan ırmaklarda, aniden atlanmaz suya
Ama bu, senin için her zaman gür olan sıradan, korkulu bir rüya
Şimdiden sıvadın paçaları, nerede kaldı onca öğütler
Tamam, atla da boğdur kendini;
Kurtulursun belki tüm sıkıntılarından budala. . .

Tarih: 25 / 10 / 1992

BİLMECE

Ağız alışkanlığımı artık, dudağım yadırgar
Kara çarşaflarına bürünüp gezer, ruhumda kadınlar.
Bahçemde bir yerlerde, bir köpek hırlar
Ayaklarımın dibinde ise daima nankör bir kedi mırıldar.

Boylu boyunca uzanıp içime sarkar,
Nafile yakarmaları benliğimi yıkar.
Düşse de hep yerlere, ayağa kalkar
Bütün ölümler, ulemalar hep ondan korkar.

Menzilinde olanı, anında vurur
Gözünü açıp kaparken duan okunur.
Ansızın birdenbire yanına sokulur
Uzaklaştığı her metrede ise yüreğin burkulur.

Her şeyden, onu, üstün tutarsın
Yapışır da üstüne silkinemezsin.
Gözlerinin feri söner de muma dönersin,
Çıplak ayaklarla taşlarda, kanıt ararsın

Çalkalanan nehirler gibi köpürür gönlün
Eh! İşte, o zaman ölümden döndün
Devam ederken yoluna, çıkmaza girdin
Hayırlısı olsun, ne de olsa karar “gönlünün”

Kararsız bir gününde, onu mu andın?
Bir bakışa, bir gülüşe sen de mi kandın?
Acaba, herkesi, sen kendin mi sandın?
Biraz geç oldu; ama sonunda sen de akıllandın.

Mayın tarlalarını adımlar durursun
Varlığıyla yokluğunun miliminde “yoksun!”
Seni, bir saniye düşünmez; sen mi suçlusun!
Ne diyelim kardeşim, “Allah’ından bulsun.”

Tarih: 19 / 10 / 1992

MANASIZ

Tiksinti verir huysuzlukların,
Baş ağrılarına tanık oluyor yüreğim.
Nereden geldiği anlaşılmayan
Bir tokmak edasıyla beynimde yankılanmakta olan

Arasında sevdalı bakışların,
Yitip giden zamana şahit oluyor benliğim.
Çatık kaşlı, baş belası insanların
Tekerrür eden her lahzasına aldırmadan

Çorap söküğü yamaçlarda bıkmadan,
Kat edilen sabır taşlarını anımsıyor gözlerim.
Çatlaklarından su süzülen bir kayanın
Parçalanmasına ramak kalmışken tabiata haykırmasından.

Maneviyatında maneviyi, hissiyatında hissi, bir bütün olaraktan
Ruhumun derinliklerinde zaptediyor gözyaşlarım.
Kamçılara bürünmüş bir sokak kızının
Kırbaçlarını, günlerce üzerimde gezindirmesiyle

Sarmaş dolaş bir vaziyetteyken
Nefret içinde inliyor gönül değirmenlerim.
Şevkat ve sevgi karabasanlarının
Çapraz ateşi sonunda oluşan karanlık diyarlarından.

Tarih: 12 / 10 / 1992

BEDDUA

Son çırpınışların, içimde hıçkırıklara boğuluyor.
Gönlümün üzerindeki bulutlar sessizce dağılmış
Toz bulutunun ardında, şimdi kumlar savruluyor.
Duman lekesinin bile tadı bozulmuş, rengi açılmış

Perişan gönlümün yağmuru dinmiş
Umut vadisinde, çiçekler bir bir soluyor
Aşk denizinde tayfalar, direğe bağlanmış
Allah’ım, bu insanlara neler oluyor?

Çapraşık her görünen yerden, kanlar sızıyor.
Derin bir uçurumun önünde bulutlar hareketsiz.
Yaşamın bedbaht tablosu göz yaşartıyor
Tüm canlıların ise adım atacak hali yok; hep metanetsiz

İşte, size bir burgulu yaşam şekli daha
Yüzlerce yerinden burkulmuş evrenin dirsekleri
Milyarlarca mahluk, doluşmuşlar büyükçe bir kaba
Bitmek tükenmek bilmez olmuş, akıl almaz istekleri

Her ruhun gölgesinde, bir şaşılık yatar olmuş
Göremez olmuşlar kendilerini, durgun nehirlerin yansıyan aksinde
Sahtekarlık, fitne – fesat doğru olurmuş
Gölgesinden huylanmayan her neslin ayak sesinde

Cam kırıkları arasından, bir yaşam sarkar
Tepe taklak olur dünyalar, her nefesinde
Yaşanacak tüm acılar ortadan kalkar
Ölmekten beter olur nesneler, her keresinde.

Çarmıha gerilmiş her ruhun, bin hesabı var
Köklü yaşamların altında ruhaniler
Bir insan, bir insanı nasıl da boğar! . .
Hesabını vereceksiniz bir bir caniler.

Sistemde bir yerlerde, bir bozukluk mu var? . .
Maddiyatla sarsılmış tüm insan – ı beşer
Yakılmayan ne kaldı ki onu da yaksınlar
Birbirine düşmezdi bütün kardeşler


Kanıt mı istiyorsun; işte, bak yerlerde
Masmavi gökyüzünün hemen altında
Bir cinayet daha işlendi, kim bilir nerede?
Aldanmayın gönüller en nihayetinde,
Tutacak bu katmerli, lanet beddua. . .

Tarih: 6 / 10 / 1992

TEKER

Hep çevrilir, ters döner, baş noktayı bulursun
Acı bir ıslık çalıp “zınk” diye çakılarak
Görünmez küre olup bir şeye benzemezsin
Uzayıp giden yollarda, durmadan yalpalayarak

Önüne geleni ezer, direneni biçersin.
Ümitsizce tur attırıp derman arattırarak
Mendebur gölge gibi arkamızdan gelirsin
Kah orada, burada; kah da soluklanarak.

Fani bir yaratıcı gibi iz sürmeye başlarsın,
Köpüren denizlere çalkantılar salarak
Dolu dizgin, bir tay gibi dört nala yol alırsın
Umut denen perdeyi hafif aralayarak.

Gezdiğin her diyarda, şimşekler çaktırırsın
Umursamaz tavrınla sahte gülüşler yayarak
Milim ile mesafeyi, tam bir yılda alırsın
Sarhoş bir hancı gibi bağırıp çağırarak

Tarih: 28 / 9 / 1992

Kimim Ben ??? - III

Ben, yalnızlıklar ülkesinin ak sakallı ihtiyarı

Canımdan az, kanımdan fazla sevdiğim.

Sakin ülkenin ihtişamıyla örülmüş, çepeçevre surları

Elimi, vicdanıma her götürüşümde

“İşte, bu benim” diyebileceğim. . .

Kimim Ben ??? - II

Ruhum, yalnızlığımı örter; görüntüm, gündüzleri sarar.

Solum, sağımdan baskın; kan çanağına dönmüş olan suratım.

Duygularla her karşı karşıya gelişimde,

Düşüncelerden oyulmuş karanlık mağaralar.
Sahte yolculuklarla kapağı attığım tek sığınağım

Kimim Ben ??? - I

Ben;Göğüsündeki birikintilere heran sorumsuzca gömülen
Bir karabatak misali derin sularda acı ile oynaşan
Karanlık geleceği aydınlığın ufkuna dönük olan
Yalnızlığı kendine yurt edinmiş, şafaktan adamım...

1/1/1993

Arama Motoru






arama

















GECE

Ah! Gece içinde barındırdığın bin bir karanlık
Kokuşmuş, köhnemiş köşelerden sesleniyorum sana.
Üzerime gelme, ne olur; biçareyim bu sıralar
Dermanın da sonuna geldim artık, tükeniyor yıllar

İçimde özlemin, şevkatin, nefretin, seksin, aşkın
Dolu dolu yaşandığı saatlerde tik tak seslerinin
Buhrana dönüştüğü zalim zaman makinasının
İnce zaman dilimlerindeki titrek zaman çırpıntılarında hissediyorum seni.

Bu gece, karanlık yüzünü bir kez daha gösterme bana, ne olur!
Bitkisel bir hayatın eşiğinde hissediyorum kendimi.
Tutkuyla özlemi birbirinden ayırt edemeyen
Zavallı ve kimsesiz hissettiriyor aynalar, donuk ışıkta beni.

Mavi kardan yırtmaçlı bir gökyüzüsün şimdi tepemde
Kim bilir,biraz sonra ne çeşit bir ahenge bürüneceksin!
En az yaralı bir kurt kadar vahşi, bir ceylan kadar ürkeğim
Yoksa sende mi bana ahkam kesecek, benden hesap isteyeceksin.

Bu gece, bir acıdan bir acıya ümitsizce sendeleniyor yüreğim
Milyonların içinde katmerli
Yalnızlıkların odak noktası haline gelmiş,
Derin bir kuyu vazifesi görüyor şimdi bana duygularım.

Beynimin içinde çanlar yankılanıyor sadece
Ezan seslerinin, Allah – ü Ekber diye yeri göğü inlettiği
Ses getiren ve getirmeyen yalnızlığın kol gezdiği tüm diyarlarda,
Siyahımtırak bir matem aleminin içinde bocalayıp durarak

Bu yalvarıp yakarmalar,
Esrarengiz yok oluşları simgeliyor belkide, kim bilir!
Paçavralardan dikilmiş bir gelecek vaat edecek değil misin,
Tekrar tekrar, her gün ışımasında bana, sen, yeniden gece?

Kafaları, mozaik örümcek ağlarıyla örülmüş bu insanların ve. . .
Sen, beni, o cehenneme tekrar tekrar daldıracaksın.
Ben, bu kısırdöngü içerisinde, amansızca kıvranıp dururken
Başını arkaya çevirmeden yol alıp sabahı da kendine düşman edeceksin.

12 / 9 / 1992

DERMAN ADASI

Kırık dümenine şimdi martılar konuyor
Zaman gemisinde, bir patırtı, bir hengamedir sürüp gidiyor.
Sanki gecenin kör şafağına demir atmış tüm anılar
Devran, bir o yana, bir bu yana örseleniyor.

Duyguların oyununa gelmiş derman adası
Metalik parıltılarla süslü bir tabloydu sanki dalyanlar,
Vuruyordu bir bir, ardı ardına
Adadaki kayaların sırtına, keskin hançerlerini dalgalar.

Tarih: 10 / 8 / 1992

ZAVALLI DÜNYA

Her gölge, bir insan; her gölge bir lisan
Her gölgenin, yansıyan ayrı bir kişiliği var.
Sen, gölgende kaybolan küçük bir damla isen
Şu zavallı dünyanın, söyle ne kusuru var?

Mahcup bir kraterde, bir mazlumda, bir insan
Mendebur gecelerin, volkan ışıltıları var.
Sen, gölgende kaybolan küçük bir damla isen
Şu zavallı dünyanın, söyle ne kusuru var?

Mahcup bir kraterde, bir mazlumda, bir insan
Mendebur gecelerin, volkan ışıltıları var.
Sen, sevgisiz kalıp da suçu ona atarsan
Şu zavallı dünyanın, söyle ne kusuru var?

Durgun akar nehirler, hep en uçta durursan
Sakın ola aldanma, köpürüp taşanı da var!
Masmavi gökyüzünü bir rüyaya taşırsan
Şu zavallı dünyanın, söyle ne kusuru var?

Topu topu, birkaç saat anımsanacak olan
Aklından hiç çıkmayan dolu dakikalar da var.
Her şeyleri dert edip ruhunu karartırsan
Şu zavallı dünyanın, söyle ne kusuru var?

Tarih: 9 / 7 / 1992

ZEMBİZ

Yok olan bir prensesin gözyaşları mı
Hüzünlü melodilerle kıraç topraklar üzerine dökülen?
Tükenen bir balonun narin havası mı,
Sabırla lahza lahza bulutlara yükselen.

Yırtınırcasına haykırır benliğim, “Hatayı, nerede yaptım” diye
Kördüğüm düğümlenir yollar, çıkmaz caddeye.
Aşk ne benzer bir cisme ne de maddeye,
İnerken gökten zembil ile oturursun “pat” diye.

Tarih: 28 / 6 / 1992

SEPKEN

Heyhat! Gecenin zembereği mi koptu yoksa
Bu ne gürültüdür, bu ne aydınlık
Ne olmuş yani, iki bulut birbiriyle kucaklaştıysa
Bu ne gözyaşıdır, bu ne hıçkırık

Mevsimin feleği döndü de birdenbire ansızın
Yukarıda kıyametler mi koptu?
Derme çatma zahten teleme olan tabiatın dengesi bozuldu da
Bir densizin olanca acısı, içime mi çöktü yoksa ?

Neden! Yoksa zaman yine benliğini mi yitirdi?
Ne varsa bende, bu sevda aldı götürdü.
Koruyamaz oldu tenim, ilk anki halini
Ağlıyorum; ama işiten var mı ki, gören var mı üzüntümü?

İşte, yine flaşlar patladı üzerimde
Gece boyunca ben, hep bu anı bekledim.
Belki de kurtulacak gök, düşecek yere parçalanacak,
ne idüğü belirsiz o nesne
Sabah, güneş belki de yeniden doğar! . .
Hele bir sabah olsun gerisi Allah Kerim

Niçin! . . tepe taklak olmuş gibi geliyor acaba, bu dünya bana?
Gerçekten baş aşağı mı asılı duruyor bu insanlar?
Hiç bu kadar sabredip de beklememiştim; ama. . .
Bu bekleyiş, kalmasın sonunda yine yanıma kar!

Akıyor borulardan hızlıca şakır şakır yağmur
Alıyor, bir arpadan da daha uzun yol alıyor
Çarpıyor gökten, yere sular; un ufak oluyor
Yağıyor gökten sepkenler; asi ve mağrur. . .

Tarih: 26 / 6 / 1992

MEHTAP

Şu anda ben, bir kayıkta sallanan denizin mehtabında
Uçsuz bucaksız yol alacaktım.
Aniden aralayaverecektim, mehtabın sarı perdesini
Serecektim ortaya çıplak bedenini, bin bir türlü eda ile

Sonra, o lacivert denizde, altından bir gölge
Kaybolacaktı kürek seslerinin çırpıntıları arasında.
Parça parça olurken dile gelecekti iniltileri, o hazin narasında
Batacaktı huşu içinde, sendeleye sendeleye seyirterek denize. . .

Tarih: 24 / 6 / 1992

BUSE

Bir mertebe daha yükselirken hayat, gözler önünde
Bir buhrana sürüklenir ölüm, alçalır taa derine
Masmavi gökler dolaşırken tepemde
Bir karanlığa gömülür ruhum, bilmem ki nerede!
Devşirirken yerden narin bir sevgi çiçeği
Daima gelir koparır bir el, savrulur gökyüzüne çiçeğin buseleri.

Tarih: 3 / 6 / 1992

BEDEL

Nemli bir duruluk sanki hatıralarım
Açılmamış bir gülün sensiz yorumu
Yaşamda bir parçam, bir yerlerde onu ararım
Boşanamıyor bir türlü ruhumun sağanak yağmuru

Derman, tacıma dikilmiş taş sanırdım;
Hep masmavi gök tepemde, ummanlar ayaklarımın altında
Saçma sapan ihtiyatsızlara bile alınırdım
Bedel ödüyorum şimdi gönül kapında.

Ruhumda neler olduğunu keşfedemiyorum, bir keşfedebilsem! . .
Kesildi ellerim, ayaklarım taşıyamaz oldu bu köhne bedeni.
Devamlı, bir yerlere erişmek istiyorum; bir erişebilsem! . .
Ödemek zorunda kalmazdı benliğim, belki de bu müzmin bedeli

Tarih: 2 / 6 / 1992

FESAT

Fesat bir bağlılığın daha tohumları serpiliyor. . .
İçimde, bir o kadar da gönül yarası var iken
Her şey sana yalan, her şey sana oyun geliyor
İçimde bir yangın buram buram tüterken

“Merhametten maraz doğar” diyenler, meğer ne de haklıymış
Ben mi olacaktım ki bu dünyaya bir tek iyilik meleği
Meğer içindeki kazanda, fokurdayan zehir saklıymış
Soktun beni ellerinle mezara diri diri

İçimi bir harita gibi pafta pafta serdim senin karşına.
Bakmadım; ne esmer, ne kumral, ne de sarışın oluşuna
Tek hatam ise büyülenmek oldu, ahu gözlerine
Ağlamak istedim yalnızca, boylu boyunca uzanıp defalarca dizlerine. . .

Tarih: 24 / 5 / 1992

YAŞAMDAN BİR ALINTI

Iraksak bir mercekten bakmak dünyaya
Dertsiz, tasasız, gamsız bir hayatı yaşamak
Kaptırıp koyuvermek kendini, çılgınca bir rüyaya
Her sonun bitiminden, bir kez daha başlamak

Saklanmak güller arasında, boylu boyunca uzanıp
Çıkıverip ansızın korkutmak tüm insanları.
Kazanmak; ama daima bir hırs içinde kazanmak
Doldurmak bir çırpıda bütün kumbaraları

Alkışlamak kıyasıya nefretle hırsızları
Yakalanma korkusu olmadan, günlerce yırtınmadan
Defnetmek derinlere hain karanlıkları
Atlamak eğitim duvarını, dizini sıyırmadan

Yok etmek haramı, fitneyi, fesatı
İman etmek günlerce, yalnızca iman etmek
Darbelerden etkilenmeden, şaşırmadan yolları
Sevişmek her nesneyle, doyasıya sevişmek

Lanetlemeden bir zaman kapılarda beklemek
Hırçın bir yağmurun ortasında, yapayalnız soğukta
“Yaşam” adı altında, milim ile emeklemek
Uzanılacak bir tek varlık, o gizemli dorukta

İmam nikahından boşayıp resmi nikah yapmak kadınlara
Damatlık takımlarla aç susuz gezelemek
Kandırmadan herkesi, erdirmeli haklara
Şart mı demir yığınları a...asında, insanları haksızca örselemek

Türküler söylemek avazı çıktığı kadar, sesinin yettiğince
Pembe bulutlar üzerinde yaşamak şu üç günlük dünyayı
Zor da olsa, bir saniye sektirmeden, pürüzsüzce
Hak etmek yaşamayı, dirhem dirhem hak etmek elinden geldiğince. . .

Tarih: 7 / 4 / 1992

LUSİ

Derin bir yas alemine gömüldü geçenlerde,
Sekiz yavrusu açıkta kalan bu sakin mahalle.
Hain kişilerin ölüm saçan yemekleriyle
Bir gariban, şirin köpek can vermiş
Sekiz küçük yavrunun gözü önünde.

Biçare hayvan, saatlerce inlemiş
Kurtarmak için Lusi’yi, tüm mahalle seferber
Ama ne çare ki sonuçta, hiçbir ses gelmemiş
Tiz de olsa bir havlama sesi, ne de yaşamdan bir haber

Daha iki gün önce gezdi buralarda avere avere
Gerek var mı söylemeye, bütün mahalle veletleri
Onun peşinde pervane.
Çok sevilirdi Lusicik mahzun, zararsız kendi halinde
Belki de sokak köpekleri içinde bir şehzade.

Ya, bir köpek kadar değeri olmayan o hainler nerede?
Mana veremedim bir türlü, sekiz yavruyu öksüz bırakmak niye?
Lakin anlamaya başlıyorum bir şeyleri, belki de
Olsa olsa o hainler, kendilerinden kıskandılar o mahluku; herhalde. . .

Tarih: 28 / 3 / 1992

AŞIK OLDUM

Aşık oldum, aşık oldum, aşık oldum
Yüzyıllardır süregelen bir olaydır bu
Aşık olmak; belli belirsiz bir tutku

Aklım, kabul etmiyor; gönlüm seviyor
Ruhum ise bir sarhoş gibi
Bir o yana, bir bu yana sendeleniyor.

Duygularım apar topar bir yumak
Düşüncelerim ise zinada basılmış bir kadın
Yukarı tükürsem bıyık, aşağı tükürsem sakal

“Uzak” diyorlar gibi belli belirsiz
Esmer ışık çarpıntılarında, hain gölgeler
Yatar bir döşek üzerinde tasasız, dertsiz

Bu ışık huzmesinden yayılan tüm lekeler
Yapışıverip yüreğimin üstüne,
Kirletir benliğimi, kol kola girip her birini teker teker

Tarih: 15 / 2 / 1992

MEHTABINDAYIM

Mehtabındayım, bu akşam bazı şeylerin
Bir elem, bir keder sormayın gitsin.
Mihrabındayım, bu akşam yalan sevginin
Bir matem; bir kalem vermeyin, bitsin

Kıskacındayım, yılan saçlı bir avare dilberin
Bir işkence, bir azap; Allah kahretsin
Girdabındayım, ufak bir noktada göz denizinin
Bir bakış, bir eda. . . Sen nasıl şeysin?

Tarih: 13 / 2 / 1992

SINIRSIZ İSTEK

Şu anda, dışarıda yağmur olsaydı
Olsaydı camlarda da geçmiş günlerin ayak izlerini andıran
parıltılı buğular
Şu anda yağmurlar, toprağa doysaydı. . .
Otursaydı yanımda da sallanan bir iskemlede sen ve kaybolan yıllar

Keşke geçmişe dönülen bir yol olsaydı
Olsaydı, tıpkı çocukluk günlerime uzayana kadar
Sensiz hayatım, bir film gibi karşımda oynansaydı
Oynansaydı, ta ki ben, tüm rolümü ezberleyene kadar.

Bu insanı anlayan bir yar olsaydı
Olsaydı yüzünde de açılmış ak tomurcuklar
Bu adem, ruhunu aşka adasaydı
Ne olurdu yarabbim! . . Olmasaydı bu kadar hazin ve gaddar. . .

Tarih: 12 Ocak 1992

AŞK GÜNEŞİ

Gece oldu; herkes gibi sen de yattın ya da yatacaksın
Kapadın mı gözlerini sevgilim, uyuyor musun?
Kimbilir sen hangi köşede, nemenem bir diyardasın
Bana karşı gönlünde, bir an olsun yakınlık duyuyor musun?

Yanmaya hazır bir meşaleyim senin karşında
Bir tutam ateş ise avuçlarında, avuçlarını üzerime serpecek misin?
Garip bir yol alıyorum bıçak sırtında
Sen, beni, bu yoldan çekip alacak mısın?

İnce bir kalp aralığından, bir göz titizlikle seni süzüyor
Kapıları yüzüme çarpacak mısın?
Bir şüpheli şeytan, damarlarımda geziyor
Girip onu, içimden atacak mısın?

Parçalanmış bir yürek var ayaklarının dibinde
Basıp da üstüne geçecek misin?
Hiç batmak bilmeyen bu aşk güneşinde,
Isınmak için sen, beni hep seçecek misin?

Tarih: 10 / 2 / 1992

DUYGUSALLIK SENFONİSİ

Bir duygusallık senfonisi daha yazıldı bu gece
Damarlarımda dolaşan kan, boğuk boğuk solurken
Kırık bir kalp, buruk duygular ve durgun hisler eşliğinde
Teker teker kaleme alındı, harf harf, cümle cümle hatasız bir şekilde

Orkestradan arta kalan derme çatma,
Sevgi darbelerine maruz kalmış, yarı çıplak
Bir vücut inlemekte şimdi, sahnenin ortasında ve . . .
Savaş vermekte bin bir çabası, yorgunluğu ve zerafeti ile

Gelin görün ki bu orkestradaki çalgıcıların hepsi, tanıdık simalar
Şef “karşılıksız sevgi” yönetiminde, çalgıcılardan bazıları sırası ile. . .
Kemanda, kaybedilmiş ve dönüşü olmayan başlangıçlar
Viyolenselde, acı hatıralar; arp da ise aldatılmışlık

Saksafon, uykusuz ve tedirgin geceler; klarnet, endişe verici yalnızlıklar
Fagotta, nice hayal kırıklıkları ve obuada ise. . .
Asla dönüşü olmayan ve tümüyle özlem duyulan,
O, kararsız kalınmış narin dakikalar var.

Nefretle kınanmış hazin zaman sarnıçlarında uzayıp giden bu senfonide,
Hüzünlü melodiler yankılanmakta şimdi.
Beyaz bir gelinlik içerisine gizlenmiş gibi notalar,
Ansızın kaldırıveriyorlar duvağını ve açılıveriyor yüzü, yükseliyor havaya.

Derken uçkuru çözülüyor bir tek notanın,bir anda
Tüm gözler, onda sabitleşiyor pürüzsüzce
Çekiliyor eller, ayaklar çalgılardan;
orkestranın üzerinden de can çekiliyor,
Bir senfoni daha böylece sona eriyor.

Tarih: 30 / 1 / 1992

UĞURLU BEKLENTİ

Sevgilim; şevkatim, nurum, uğurum ol
Dağa, taşa yazayım tırnaklarımla ismini
Sazımın mızrabında çalan tiz bir beste ol
Duyurayım dünyalara, yırtınarak sesini.

Şu sonsuz yalnızlığıma son verip burada, yanımda kal
İndireyim yıldızları gökten üstüne bir bir, teker teker
Sil içimdeki şüpheyi; anımsatma bana maziyi; sök onu, benden al!
Dökeyim servetimi önüne saf saf, katmer katmer

Soğuk bir kış gecesinde, ay yüzlü peri gibi büyüle beni
Kazıyım gönlüme, tüm benliğimle resmini
Bir aydınlık çümbüşünde, şuh bir bakışınla yakıver içimi
Açayım can evimi sana, haykırayım sevgimi

Tarih: 8 / 12 / 1992

ACI TECRÜBE

Seni, bir gün tümüyle unutacağım
İşte, o an güneş, benim için yeniden doğacak
“Seni sevmiyorum” diye yüzüne haykıracağım
Rabbim bile bu sevdada, beni suçlamayacak

İçimde hep seni mi yaşatacağım
En güzel yıllarım, senin için mi heba olacak
Kaybedip aklımı, çıldıracağım
Gücüm yok mu benim hiç, seni bir an olsun unutacak.

Seni, mazide bir zamana kapatacağım
Seninle ilgili anılar, tümden yok olacak.
Yeni yarlar, yeni yerler keşfine hazırlanacağım.
Bu acı tecrübe ise yanıma hep kar mı kalacak? . .

Tarih: 21 / 1 / 1992 --- Salı

DRAMATİK SAHNE

Durgun gözler sinsi kırpışır
Derin bir düşünce tufanına gömülür
Kaybolur, gözden ırak bir yerlerde
Tüm canavarlar, üzerine üşüşür

Gizemli sırlar altında
Zehirli bir şifayı didik didik ararız
Hani, hiç de ürküntü duymayız
Bu sırrın çırpıntılı sesinden

Yorgun eller nasırlaşır, buruşur
Ayaklar altında iniltilere boğulur
Tiksinir her keresinde, bir öncesinden
Zahmetlice açılıp da sevgiyi dilenmekten

Kırık kalp, masum hisler, buruk duygular bir yanda
Dramatik bir sahneyi tekrar tekrar canlandırırız.
Nasıl olur da hiçbir zaman hayıflanmayız; anlaşılmaz
Bu sahnenin dekor ve perdesinden.

Tarih: 20 / 1 / 1992

BİR TEK

Bir tek sen, bakmıyorsun bana
Bir de yüzün, cephen; al gamzelerin
Bir noktada sabitleşmiş gözlerin
Radar titizliğiyle çevreyi tarasa bile

Bir tek sen, duymuyorsun beni
Bir de ellerin, ruhun; durgun hislerin
Tiz bir ıslığı bile duyar olmuş kulakların
Dibinde sağır davullar inlese bile

Bir tek sen, anlamıyorsun beni
Bir de kalbin, benliğin; çıplak bedenin
Narin bir soruda takılı kalmış beynin
Milimetrik hesaplarla bilgiler, hafızana nakış nakış işlense bile

Bir tek sen, hissetmiyorsun sevgimi
Bir de tenin, caziben; kusursuz dişiliğin
Bir kibrit aleviyle ızdırap duyuyormuş yosun kıvrımlı saçların
Volkanların kör kuyularından tutsak ateşler,
üzerine birer birer saçılsa bile

Tarih: 16 / 1 / 1992