Hakkımda

Fotoğrafım
En zor eğitim yollarından biri olan hayat ile kendimi eğitmiş bir insan olarak,ne kendi duygu ve düşüncelerime yabancıyım ne de başkalarının duygu ve düşüncelerine,şiir bir duygu aracından çok duyguların meyve vermesidir ki ben nice koca incir ağaçları gördüm,içi kadar meyvesi de çürümüş ve güvenilmez,meyve vermek her kökü olanın değil toprağı bereketli olanın işidir...

Arama Yeniden Devrede

Burda:
http://duygusalt.blogspot.com/2008/04/arama.html

ÇALKANTI

Sondan bir önceki akşamın sancısını taşıyorum iliklerimde.
Karanlık mazisi, geleceğin içimde bir üftedir.
Dal kırıkları üzerinde seken insan kümelerinde,
Yükseklere uzanan her el demeti,
Sanki topraktan devşirilmedir.

Çam sakızı, çoban armağanı; karnı yarılmış bir mutluluk
Bir yarısı acı, keder, hüsran; diğeri ise acıma ve şevkat ile süslenmiş
Bir tabak dolusu sevgi. . .
Hep yarı aç, yarı tok kalkıyoruz, bu sofranın adabı gereği! . .
Üzerimize de siniyor, yalın bir yokluk.

Kaktüs yaprağından kotarılmış, ince, dikensi bir yalnızlık
Kuruntu kumaştan dikilmiş gözde, sırmalı bir kaftan.
Hayat denizinde, sanki bir anlık
Aç, susuz bırakılmış bunca da insan! . .

Tarih: 25 / 11 / 1992

SORGULAMADA İSTANBUL

Bir gürültü, bir hengame
Şaklabanlık dürtüleriyle nadasa bırakılmış
Taşı, toprağı altından; ilah gibi üzerine titrenen
Beş para etmez memleket. . .

Saçmalıkların, göbek kordonuyla başı çektiği ve. . .
Sarayburnu deniz dibi trafiğinde,
Yahut da birinci, ikinci boğaz köprüleri ile perçinleşmiş;
Ya da otobüs, kamyon, otomobil lastikleri altında son bulmuş. . .
Daha aklımıza gelen gelmeyen nice kilometre taşlarında,
Kendini sınamış, salgın bir hastalık misali
İnsanlara musallat olan, tarifi yapılamaz. . .
O sıradan gezegen.

Bir yakasında Üsküdar, Beşiktaş; Kadıköy, Eminönü. . .
Diğer yanında da Bostancı, Adalar; Sirkeci, Yalova arasında,
Soluksuz denizlerde yalpalayan insan kitleleri merkezi. . .

Kuramsal yok oluşların ve yalnızlıkların,
Her gün, biraz daha boğazın pisliği içine gömüldüğü,
Karanlık mazisi, derin anlamlar içeren. . .
Sahipsiz büyülü şehir.

Aşıkların birbirleriyle köşe kapmaca oynadığı,
Duygusallıktan yana nasibini, biraz olsun almamış
Demirden ayakkabıları ile yürekler üzerinde gezinen,
Karınca nezaketi ile de bizi ısırmaktan geri durmayan
Kancalı karamsarlıklar mekanı. . .

Ey! . . Düşünce nedir bilmeyen,
Sorumluluğu ise omuzlarında hiç hissetmemiş,
Duygu kırıntısından yoksun
Melek gibi insanları da içinde barındıran
Şeytanlarla yapılan düelloda acımasız
Acımasız olduğu kadar, bir o kadar da kaygısız
Toprak parçası. . .

Kadınların ve çocukların, masum bedenlerinde dolaşan ellere,
Daha ne kadar seyirci kalacak,
Bu vicdansız ve dengesiz semtlerin,
Sorgusuz, sualsiz infazını yerine getirme hakkını
Kim veriyor sana! . .
Cam kırıkları gibi ele batan zaman parçacıklarıyla
Üzerine hücum etme zevkini; tiksindirir güzellikler ile
Yok olma fırsatının da elden kaymasını sağlayan kim
Milyonlarca insana! . .

Yalap şalap yıkanmış, bakımsız yüzlerde
Pervasızca büyüyen sivilceler misali
Bunca sabır ve metanetle belleklerde. . .
Uygunsuz durumlarda, milyon defa adı okunmuş
Bir parazit bakteri gibi ruhumuzu sömüren,
Sen değilsin de başka bir şey mi yoksa! . .

Her soru, sorgulamada bir bakış açısı
Her açısından da bakılınca üçgenin,
Yaşam, yürekler acısı. . .
Neden verilemez cezası, sorgulamalarda!
Suçluya, suçunu itiraf ettirirse de;
Sağanak olup dinmese de sorular,
Ne gündüz ne gece ahenkleri değişir.
Sakıncalı, kaçamak bakışlar arkasından da
Kulağımıza şu lakırdılar çalınır;
“Bir gün düzelecek, bir gün düzelecek, bir gün. . .
Bir akıllı da çıkıp da belki. . . şu soruyu da sorar;
Bir gün. . . Lakin. . . Ne zaman? . .

Tarih: 23 / 11 / 1992

GARİBAN

Akşam akşam, yeniden üzüntü gezegenine yolculuk yaptım.
Bakınca tam anlayamadım; ya vardı ya yoktu sekiz, on yaşlarında,
Gezindiriyordu sadece pervasızca elini kolunu, boş yere iki yanında
Sağır mı, dilsiz mi, yoksa akıl fukarası mı; bir türlü hissedemedim!

Kara paltosu uzanıyor taa. . . ayak parmaklarına
İnceden inceye alay ediyordu, yüzümüze bakıp o haliyle; şaşakaldım. . .
İnanır mısınız ey dostlar, o gariban çocuğa nedense acıyamadım
Derken, birdenbire aldı götürdü beni, duygusal melankoli diyarlarına.

“Demini bulmuş bir insan” havası, düşencesi uyandırdı
O gariban çocuk bende.
“Duyarlı” insan tablosu çizen beşerde bile ben, öyle kişiliği görmedim.
İçtiği ayranın kutusunu bile götürürdü, attı çöp tenekesine.
Allah’ım! . . Bu çocuk akıllı mı, deli mi; hiç bulamadım. . .

Benim kolumda, kaplama bir saat,
Onunsa paltosundan daha değerli hiçbir şeyi yok
Aynı ruhlara sahibiz; aynı havayı da teneffüs ediyoruz
İyi de ne ki beni “değerli” kılan, onu yerden yere vuran!
Onu doğurup ( vurup? ) sokağa bırakan anne de
Çok vicdanlıymış, çok. . .
O, her şeyden habersiz yaşıyordu hayatını
Onu görünce ben oldum, edebinden sarsılan. . .

Tarih: 18 / 11 / 1992

AĞLAMAKLI

Bilemiyorum, hangisi doğru; ağlamak mı, avunmak mı? . .
Yoksa direnmek mi ağlamaya?
Seni hiç tanımıyorum. . ! Yüzünü de hiç görmedim.
Ne sesini duydum, ne de kokunu aldım;
Benim yaptığım, yoksa yaşamı savunmak mı?

O halde ne ki beni benliğinle bu denli kucaklaştıran!
Belki de sana kızdığım için karalıyorumdur bu satırları.
Sen ki kuyruğunu sıkıştırıp bacaklarının arasına kaçtın,
Bu soluksuz dünyadan.
Cesedin daha soğumadı; ama seni, sevenlerini tekrar aldatıp
Yok olacaksın toprağa bataraktan

Son sevgililerini, iki kez arkasından hançerledin.
Seni, kardeşi gibi seven şirin kızlar, arkadan gözyaşı tüketiyorlar.
Ya o çocuksu gülüşleriyle, şakalarıyla, seninle bütünleşen erkekler
Daha şimdiden, çelik çomak oyunlarında,
Senin yerine oynayacak insanı bulma telaşındalar.

Annen, baban perişan; yaşam savaşı derdindeyken. . .
Bir de kahır koydun gönüllerine, özlemin de cabası
Oysa sadece sana bağımlı olan bir şey değildi yaşamak.
Dedim ya! . . tuzsuz aşa, pirinç kattın sen;
Suyunu kaçırınca da oldu pirinç lapası.

Öğretmenlerin de yas tutuyor senin için
Onlara, aptal öğrencilerin yorucu izdihamlarından sığınacak
Bir çatı altı gibiydin.
Gönlünü fethettiğin bir dilber de vardı, bir yerlerde belki de, kim bilir!
Ama yo! . . İlle de sen, kendini, o pencereden kaldırıp atacaktın.

Mademki yazıyorum; senin için bir şeyler daha karalayacağım.
Sen, en kolay olanını seçtin; zoru ise belki de hiç denemedin.
Benliğinin içinde, belki de sen, kararını çok zaman önce vermiştin.
Bağışlasın beni, seni sevenler; elbette beni üzdün; ama. . .
Ne yazık ki, arkandan ben, ağlamayacağım!

Ne söyleyebilirim ki! . . Senin için üzülerek çarpan yüreklerin hepsi haklı
Bin bir tane soru bıraktın göçüp giderken beyinlerde;
Yaşlı gözleri ise meraklı.
Ne istedin, onca seni seveninden; arıca, bir de benden. . .
Gecenin bir yarısı.
Muradına erebildin mi? . .
Öyle buğulu gözler bıraktın ki arkanda ağlamaklı! . .

Tarih: 17 / 11 / 1992

ERKEKSİ SİTEM

Sömürülmüş vücudu, baştan başa gençlerin
İsmi, kapkara harflerle işlenmiş; çocuksu erkekliğin
“Namus”u hiç tatmamış, bir eksik eteğin; uçkurunun esiri olmuş
Şehvet çırpıntılarında erkekler, sayılmaz kaç gecenin! . .

Soluğunda, çıplaklığın beden iniltileri var.
Benliğini karıştırırsan işin aslına, o iş, orada biter.
Her zaman, hep suçluyuzdur; hep hor görülürüz biz erkekler
Ruhumuzu satın aldınız, bir gramlık balık etiyle siz melekler

Size daima şiirler yazarız; şarkı derleriz.
Çalışır, didinir, yaranamayız; daha çoğunu isteriz.
Hepsinden önemlisi, sizi hep çok severiz
Ama bir türlü anlaşamayız; çünkü biz, ne de olsa erkeğiz.

Masmavi geceleri, zindan edersiniz bize.
Taşı sıksak sular fışkırır; hisseder bunu eliniz.
Bir aslan gibi kükremek yerine, bir kedi gibi kıvrılıp dizinize
Merhamet dilemekten başka, sizden bir şey mi isteriz?

Birinden, bir fiske yiyip hatayı, bütün bir zümreye yüklemek niye?
Aldanmayın sakın ha “Bunlar, bize muhtaçtır” diye!
Bir dünya yaratılmış, kadın ve erkeğiyle
Gelin yaşayalım işte, şevkat, sevgi ve aşk ile

Dolu dizgin duygular, hep menfaat peşinde
Hiç kimse arkada kalmıyor, birbirini aldatma yarışında.
Evrenin dört mevsiminde, her salise, her saniye ve her saatinde.
Savaşlarda, toprağa kucak açmıştır erkekler, yaşamın arifesinde.

Mihraca yükselen her ruh, erkek değil elbette.
Böyle bir yanılgıya düşersem büyük haksızlık ederim.
Durmadan hep, her saniye benden şüphe ederse
Bir insan olarak ben, gönül huzuruna nasıl ererim!

Tarih: 15 / 11 / 1992

KIYAMET RÜYASI

Cehennemde bir buzdan dağa, daha erildi.
Kaçıncı katıdır bilinmez yerin; gök başına devrildi.
Toprak ana, adem baba; her bir yere savruldu
Kabristandaki ölüler teker teker doğruldu.

O yüce yaratıcı, gökkubbede belirirken
Savrulan tüm enkazın, ansızın gözbebeği seğirdi
Kalp ağrısı bile artık, çare değilken
Kaybolmanın sırrını kimler keşfedebilir ki!

Dert, derman, yalnızlık, kasvet, uçurumlarda kayboldu.
Acı, keder, ihanet, hasret atmosfere dağıldı.
Mani, türkü, şarkı, ağıt; hepsi ruhlarımıza hapis oldu
İyi, güzel, kötü, çirkin; bunlar, zaten batıldı.

Zamansız koruda şeytanlar, her biri cirit atıyorlar.
Var olmayan öfkesiyle insan hırçınlaşıyor.
Aşağıya baktığında, kalıntılar, çevreye çirkef saçıyor.
Özgür kaldı ruhumuz; artık, hesap saati yaklaşıyor.

Gümüşten bir asa ile bir melek beliriverdi kapıda.
Nurla boyalı kapıdan, geçiverdik bir çırpıda.
Gördük ki, ruhumuza yabancı değil bu mekan. . .
Sonra; burnumuza kokular geldi, genzimizi yakan. . .

Bir kalabalık ki çevre, mahşerin taa kendisi
Kimi ruhlar avaz avaz bağırıyor, yankılamakta sesi
Herkesin önüne düşmüş şapkası, takkesi, külahı, fesi
Kimini cezalandırıp kimini bağışlıyor, evrenin efendisi. . .

Çok uzakta bir yerde, cehennem gözüme ilişti.
Bütün yaşadığım saatler, benliğimle çelişti.
Aranırken gözlerim, cennet bahçesiyle kamaştı
Doğrusu bu, akıl almaz bir varlık için bile olsa inanılmaz bir çelişki

Gökkuşağından aşağıya aktık ben ve bir kafile
Hafızamda bilgiler, telaş içinde.
Düşünceler kuşattı beynimi, sanki çelikten bir kale
Derken; indik gökkuşağından, çıktı karşımıza sonsuz bir şelale


Anladık ki bu, başlangıcın yarım öyküsü
Çalındı uzaklardan kulağıma, ahenkli bir horoz ötüşü
Kapalı olan gözlerim açıldı, birden dindi kabusu. . .
Bir kaldırdım ki başımı, aydınlanmış dünyanın mavi perdesi. . .

Tarih: 13 / 11 / 1992