Hakkımda

Fotoğrafım
En zor eğitim yollarından biri olan hayat ile kendimi eğitmiş bir insan olarak,ne kendi duygu ve düşüncelerime yabancıyım ne de başkalarının duygu ve düşüncelerine,şiir bir duygu aracından çok duyguların meyve vermesidir ki ben nice koca incir ağaçları gördüm,içi kadar meyvesi de çürümüş ve güvenilmez,meyve vermek her kökü olanın değil toprağı bereketli olanın işidir...

Zorba Yaşam

ZORBA YAŞAM

Bu gece, mısralarımda birkaç soru soracağım
Kabuklu duygu kırıntılarım
Bağışlayın beni anılar, şiddetle uykusundan uyandırdığım,
Karmaşık hissi hışırtılarım.

Nedir güç, nedir kuvvet?
Güç, kuvvet iyi; ama kime, kim için gereklidir; ne kadar?
Nedir güçlüden güçsüzü, kuvvetliden kuvvetsizi farklı kılan,
küresel öbür yarıdan
Değil midir, acizlik ki; insana, gözü kan bürümüş bir şekilde
Canlı cansız tüm varlıklardan;
Yedikat yerin dibine defnederek yaptıran yamyassı bir kabiristan

Ya nefret; nedir nefret, nedir kin?
Nefretle, kinle yoğrulsa yeterlidir; fakat kim(!), kim için
Niye illa kin, nefret de; kardeşlik, dostluk, barış, sevgi değil ki;

Yeterince alçakça değil midir bu hazin tablo ki;
Uçurumlar eşiğinde, farkında olmadan insanlar
Atacak olsa bir adım, parçalayacak yırtıcı kuşlar
Didik didik edecek kapkara leşi. . .

Tarih: 14 / 11 / 1991

BURUK TESELLİ

BURUK TESELLİ

Korkutan beni, gecenin bir yarısı
Dipsiz bir kuyu gibi ipsiz, desteksiz bırakan
Döndü mor gül bahçesine, tenimin sarısı
Onun varlığı mıydı? HEYHAT!
Nefes almamı sağlayan, beni yaşatan

Yarab! Nasıl bir kısırdöngünün içine düştüm ben böyle
Genç sevdalıların kulağıma geliyor sesi
Ne olur, sen bir yol göster; bir şeyler söyle
Dolmadı mı bu aşkın, müzmin süresi

Gördüğüm güne onu, bin lanet olsun
Büyüledi beni, bir tek cilvesi; bir tek bakışı
Bu garip aşkı nasıl unutsun
Sönmemişken gönlünün sevda ateşi

Ağır ağır yaklaşmakta, dirhem dirhem kabir
Kim kalmış ki bu dünyada daim; ezeli. . .
Seni bir daha görmek güzelim, inan bana kafidir. . .
Olur belki bu da bana, buruk teselli

Tarih: 19 / 11 / 1991

Bezgin Sevda

BEZGİN SEVDA


Bugün her zamankinden daha fazla ağlamak istiyorum.
Umurumda değil; zayıflık olsa bile “ağlamak”. . .
Hakkım dedil mi benim de hayattan tiksiniyorum
Eziyetlerden bıktım, istiyorum artık ben de insanca yaşamak

Nasıl koştum, zeytin gözlü sade bir karabulutun arkasından

Cevap ver bana gözlerim oluşsun durgun nehirler fani yüzümde
Gönlümde bir yerlerde, bir şeyler mi öldü ne?
Duramaz oldum ben, bu acının kederinden, yasından

Tarih: 13 / 9 / 1991

BİR EVRENDİR YAŞAMAK

BİR EVRENDİR YAŞAMAK

Narin bir basamaklar hengamesidir
Bazen yeni doğan bebeği kucaklamak
Bazen de basamaklarda atılan alın teridir,
Önünde yükselen yüce bir volkandır yaşamak

Santimi santimine, derinden bir nefesle
İçeri çekilen uçarı bir iç çekmektir.
Burcu burcu, dirhem dirhem alkışlanmak ya da;
Sade bir tomurcuktur yaşamak.

Zehre çalan hakikatidir,
Mantar gibi biten, yanı başındaki ölümün.
Bazen, dikenli ellerde oluşan şevkattir,
Nereden geldiği bilinmeyen bir sır gibi yaşamak.

Dağlarında ıslık çalan kör bir kurşundur.
Azgın bir boğa gibi içini okur,
Kabe Taşı gibi dimdik karşında durur,
Namus borcu, boyun borcu yaşamak

Hep derdini anlatır, dinlemez senin derdini
Katar, birer ikişer önüne; beşerin her ferdini
Aynı tastan su içirir, ayırmaz; merdini, namerdini
Çıngıraklı bir yılandır, sokar “öldürmez” yaşamak.

Fantazilerle süslü bir dramı daima olmuştur
Belki de çalılıklar arasında sinsice kaybolmuştur
Bilemezsin, senin için de süre belki dolmuştur.
Seher vakti açık kalan bir kapıdır yaşamak.

Darbeler ard arda, sanki bir mahşer
Bütün bunlara sebep, o güzel dilber
Yıkmak için seni, herkes seferber
Düşene “Bir tekme de sen vur” yaşamak.

Meydanda hiç ceset yok, bin tabut kalkar
Bin tabut arkasından bir dua sarkar.
Bir değil, milyon tane insan zamandan korkar.
Göz açıp kapar misali, bir rüyadır yaşamak.

Şehvetin çığlığı doruğa ulaştı
Öpüşürken salyalar, yüzümüze bulaştı
Belki de bizin için bu bilinen uğraştı
Bu kez de kesti ipleri dibinden, hain yaşamak

Hırçın bir yağmur gibi bardaktan boşanır,
Bütün bu aşklar, kinler, sitemler hepsi onadır.
Süre daima hep ondan yanadır.
Sisli duvarlar arkasından yönetilen bir evrendir yaşamak

Tarih: 29 / 12 / 1991

GİDECEĞİM

GİDECEĞİM

Haksızlığın kehanetine ağlıyorum
Bir bir dökülüyor, binbir gayret içinde gözyaşlarım
Asla, etki altına alamaz beni duygularım
Kararımı verdim; ben, bütün azmimle çekip gidiyorum.

Nafile, haykırmayın arkamdan; sevgi arıyorum ben
Duvar gibi dikilsen bile önüme, durduramazsın beni sen.
Bir kardeş, bir kardeşe düşman olmuşken
İlk fırsatta gideceğim ben, bu şehirden

Ne fark eder ki bir yerlere sığınacağım işte
Kaçmak değil, benimkisi baskılardan, huzur aramak sadece
Üzüntüden, önümde dursanız bile secde
Bir gün, basıp gideceğim durgun, sessizce

Lanet olsun böyle yaşama, böyle hayata
Çıkacağım belki de uzun, çok uzun seyahate
Orada kavuşacağım belki tüm benliğimde rahata
Demir alındı, benim için bu mekandan,
Beklenen denizci rüzgarı da esti artık, yelkenler fora.

Gideceğim; ama bir tek sorum var
Hiç mi menfaatinize değildi, bu ademoğlundaki eller, ayaklar?
Beni ancak artık, uzaklar paklar.

Bırakacağım ideallerimi, hayallerimi bir bir kenara
Kimbilir, sığınırım belki günlerce ağaç altı bulamadan,
Bir sağanak yağmura.
Belki de uzanırım bir gece, kimliksiz, boylu boyuna zıpkın gibi rıhtıma.
Gidiyorum ben, taşırdınız sabrımı, ağır geldi bu yük, benim sırtıma.

Yaşayacağım mekanı, kendim seçeceğim
Kum tanesi insanları, eleğimde teker teker eleyeceğim
Yaşanmış olan hayatımın üzerinden, bir kalemde geçeceğim.
Karar verdim, eninde sonunda ben, gideceğim.

Tarih: 8 / 11 / 1991

DONUK TABLO

DONUK TABLO

Donuk bir tabloda, ressamın
Fırçasıyla birleşti iki dudağın.
Ardından fırça, tabloya çarptı
Ansızın oluşuverdi tabloda solgun yanağın

Sonbaharda, çınar ağacı gibi titredi fırça
Durdu, irkildi birdenbire pervasızca
Bakar oldu tabloya, yalnızca dedi ki “Nasıl çizerim?”
Son bir gayretle izah etti ellerime gerçeği yüreğim
Parıldayan bir nur düştü gökten
Oluştu tabloda, kömür gözlerin

Bu kez, zahmetlice değdirdi fırçasını ressam, kenarına tuvalin
“Hayret! Aklımdaymış hala.” dedi, alın kemiğin
Ressamın gayreti ile tuvalle fırça son kez birleşti
Süslendi donuk tablo ve cansız saçların.

Tarih: 18 / 10 / 1991

ÇORAK TOPRAK

ÇORAK TOPRAK

Gece çöküyor sabah, topraklarımın üzerine
Şaha kalkıyor sessizce her bir gölge
Sarıyor zincirler masum karanlıkları
Acılar unutulmuyor; batıyor teker teker, fersah fersah derine

Gezegenler uçuşuyor atmosferin nezdinde
“Bu, benim parlak yıldızım” diyorum, “Orada, bak. . . üzerinde
Kahrediyorum kendime çıldıracağım
Bulanıyor tenim de gecenin zift rengine

İniyor tokat olup bir bir acizliğim yüzüme
Çetin bir muhakeme yapılıyor, ruhumun baş şehrinde
Çiseliyor ince ince bir yağmur sağanağı
Ne gezer! Yetişmez olmuş küçük bir fidan bile
Çorak topraklarım üzerinde

Tarih: 16 / 10 / 1991

ÇIKIŞ YOK

ÇIKIŞ YOK


Aradan belki geçti yıllar
Belki de geçecek günler, asırlar
Hangi tarafa baksan yar,
Nasıl ölçersen ölç, bil ki yine dar.
Bir türlü, bir türlü dinmek bilmiyor bu keskin uğultular

Bu mekan, bize yabancı artık
Ölümle vedalaşıp yaşamayı bıraktık
Kan içinde kaldı yattığım yastık
Belki ölümsüzlüğe hayli yaklaştık
Belki de yaşamdan fersah fersah uzaklaştık

Bu menfaat dünyasında yalnız o mu var?
Mümkün mü görmek yüzünü! Kaplamış etrafını sisler, dumanlar
Çıkmak bilmiyor aklımdan kömür gözler, kiraz dudaklar

Yol geçen oldu herkese bu koca hanlar
Ben ise hanın içinde mahsur kaldım, kilitli kapılar
Çıkış değil bana, umut değil; cam, çerçeve, pencere, kapı, duvar

Yıl: 1991

ŞARTLI TAHLİYE

ŞARTLI TAHLİYE


Şartlı tahliye edilmişiz
Evren parmaklığının arkasındaki
Küresel dünyaya

Kimimiz, cezamızı çekmiş bitirmiş
Kimimizin bitmemiş, bitmemiş cezası
Çekiyor hala. . .

Küçük bir sala insanlar doluşmuş
Suda kalan boğulmuş yahut
Çekmişler saldan insanları, teker teker düşürmüşler suya

Derken bir fırtına çıkmış
Kenetlenmiş, birbirine sokulmuş bütün sallar
Bu defa da nehir olmuş, kandan akan seller

Nereye gitsen kan, nereye baksan kesik eller
Utanmadın mı, bıkmadın mı ey insan!
Yeter artık, yeter! . .

Yıl: 1991

PEŞMERKE

PEŞMERKE

Bu gece, Dünya penceresinden, seni seyrettim.
Dolandı bir bir çevremde, bütün yıldızlar.
Nefesim kesilinceye dek seni meşkettim.
Can çekildi üzerimden ansızın, yüreğim sızlar.

Nurdan bir iz düştü önüme,
Mazide bir ateş tekrar küllendi.
Küllerin içinden, parıltı vurdu gözüme
Gönlüm, ızdırap içinde sana seslendi.

Bu duygu, zincirlerle bağladı beni, sana bir kere
Yürek yaralarımdan, kan bir bir boşandı
Aşk tufanında, ümitsizce bocalayan bu peşmerke,
Teselliyi, bir içimlik sigarada aradı.

Tarih: 29 Ağustos 1991

DİŞLİ ÇARK

DİŞLİ ÇARK

Birkaç ışıldayan yıldız ve. . .
Bilinen birkaç gezegen.
Her gün üzerinde yürüyüp de
Karşımıza itiyle kopuğuyla çıkan. . .
Olağan dünya. . .

Bu mu insanların
Beklentileri senden?
Bağlanmak, çözülmek
İşkence görmek ve
Sessizce yakılarak defnedilmek

Bir namert çıkıveriyor ortaya.
Vahşi bir kara kaplan misali,
Alıyor pençesine insanları,
Katıyor vahşet kervanıyla
Önüne bir bir

Düzenli bir düzen aramayın, nafile!
Bulutlar bir bir söndürüyor yıldızların ışığını.
Arkasından, bir rüzgar alıp gidiyor
Acıyla çürümüş olan geçmişin tüm karanlıklarını.

Ateş, olanca gücüyle kavuruyor
Sarıyor, masum insanların bedenini, tenini
Toprak, siliyor küllerini
Namahrem bir biçimde.

Gören gözler, kör edildi.
Sakın, şahit olmayın!
“Aman” dileyen katledildi,
Bilin, cahil kalmayın.

Nefret ve kin, neden irtica ettin?
Satırlarıma, seni, ben çağırmadım.
Nasıl girdin kundaktaki bebeğin kanına?
Hiç mi acıyamadın? . .

Doğrusu; sen, büyüklük ettin
Acımamaya katlandın.
İşin bitince alkışlanıp, temizlenince aklandın.
Elin vicdanında, yatıp kalkıp nice rüyalar tattın.
Çarkın altında yattın, yüzyıllar boyu yaşlandın.

Tarih: 24 Nisan 1991

AĞLADIM

AĞLADIM


Bu günkü dersimde, sıra üstünde
Hayal girdabının kapısını araladım.
Hayalin, geçmişi saran teninde
Nurdan parlak, yakıcı bir güneşi anımsadım

Birden uçmak için havalandığımda
Takıldı tüy bulutlara, kırıldı kanadım
Çarpıcı bir kuvvet gücüyle beni, sana çekti
Etkisinde olduğum buhrandan, bir türlü kendimi kurtaramadım.

Lanetledim gözlerimi, gökkubbenin seyrinde
Ağladım; ağladım, ağladım, ağladım
Doğayla birleşen şu dört mevsimde
Çile dolu geçen zamanla, son sözlerimi tamamladım.

Tarih: 26 / 5 / 1991

MAHLUK’U ASİL

MAHLUK’U ASİL


Önce, naz etti doğa; ardından,
Fışkırdı, gazabın tohumu olan insan
Sonra, uyandı doğa derin uykusundan,
Değen insan elinin hışırtısıyla.

Bu el ki kendi hazırladı sonunu,
Tabiat ana, iyi terbiye edemedi oğlunu.
Çocuk, kendi kurallarıyla oynuyordu oyununu. . .
Evreni umursamayan, o alaylı tarzıyla

Nice nefis manzaralarla karşılaştı bu mahluk
İrkildi adeta, evrenin temizliğinden ve neşesinden! . .
“Nefret” denen tohumu, dünyaya serpti;
Küçük bir iyilik filizi yeşerdi, merhametinden!

Namahrem yerlere elini uzattı
Bir matara dolusu kan çıkarıp içti heybesinden.
Cıvıl cıvıl melodilerle titreşen kuş seslerine
Karıştı dirhem dirhem makine gıcırtıları

Yıl: 19 / 5 / 1991

KURULU ÇALAR SAAT

KURULU ÇALAR SAAT


Sonsuz bir işkenceye mi tabi tutuluyoruz! . .
Sevmek, sevişmek, zevk; bunlar, nasıl kavramlar?
Kurulu çalar saatler gibi bozuluyoruz.
Neden bitmek bilmiyor, bu uzun akşamlar?

Nefretle mi uyanıyoruz acaba bu derin uykulardan?
Nasıl bir yaşam bizimkisi, dolap beygiri misali!
Bir film şeridi gibi kayıp gidiyor dünya elimizden,
Masmavi derin sulara gömülen heybetli gemiler misali

Dengesiz bir tahtarevalli gibi neden nefret ağır basıyor;
Mancınıktan fırlayan bir söz ile iyilik duvarları, kan içinde kalıyor?

Neden kin duvarı gibi asık suratlı insanlar?
Dünya, bir zeytin dalına sımsıkı sarılsa! . .
Neden kökünden kesiliyor, barışa uzanan eller?

Tarih: 10 / 5 / 1991

Çile

ÇİLE


Ateşle oynamak bizimkisi
Şarapnerler içinde, ateş hattında
Yaşam değil, zahiri gölgesi ( ancak )
Boğuşmak; sadece boğuşmak geçen zamanla

Almış başını, uzamış nefret çizgisi
Dünya çapında, pervasızca
Kalmamış yaşamın bir silintisi
Oymaya kalkıyor gözünü, en yakının da!

Yok olmayan bir tek, insan öfkesi
Uzayıp giden zeytin dalları arasında.
Bu, insanlığın büyük çilesi
Doldurmuyor süreyi, yılda; asırda

Tarih: 1 / 5 / 1991

DUYGU FIRTINASI

DUYGU FIRTINASI


Defnedilmiş mezarlarına teker teker
İniltiler içinde ağlıyor, bağıramıyor yurttaşlar
Hainliğin korkunç pençesiyle irkilmiş
Kan dökmenin; önü yok, arkası yok, zevk alıyor alçaklar

Nefis bir ölüm hazırlanmış ki
Fire vermez, aman vermez, sır vermez
Sanma ki gaddar insan
Mezar üzerindeki çiçekler, dirilmez.
Sahipsiz bir vatanın evladı değiliz,
Olmadık, olmayacağız asla.
Kanıyla topraktan, filiz yeşertmiş atalarımız
Ümmetine layık olamadıksa peygamberim, bizi bağışla

Usulcana sokuldu yanımıza, hain fitneler
Lanetlesek de çare değil tarihler
Adaletin boynunu, vurdu hainler
Gözümüze perdeler çekti, uçan şahinler

Tarih: 20 / 4 / 1991

SEVGİNİN DRAMI

SEVGİNİN DRAMI


Çılgına çevirdi, gözlerin beni
İtiraf edememek, edecek deli.
Duygular, doruktaki bir volkanın krateri
İçindeki sevgiyle beraber misin?

Yemyeşil gözlerin sanki bir ahu,
Senin de hiç insafın yokmuş, be yahu! . .
“Ölüyorum” desem, bir damla su
Sevgi pınarından verecek misin?

Anlaşılmaz dışarıdan, ilk bakışta
Hazan eder aşk, gönlü, birkaç yakışta
Sana karşı gönlümü, bir yakarışta
Alıp da bağrına basacak mısın?

Tarih: 12 Şubat 1991

Uykudaki Yaşam

UYKUDAKİ YAŞAM

Sarı saçları, güneş gibi parlayan yar
Hayatımızın ilk baharına, yağmasın karlar
Bize de görünsün, en güzel haliyle o tatlı bahar
“Dünya” denen uykudan, uyuyup da uyanamamak var.

Acı bir zehir gibi yakıyor içimi aşkın, neden;
Ürperiyorum adeta, aşkın bu biçiminden
Şüphe ediyorum; aşktan taşan kalbimden
Kalıcı değilim; anla, sararan benzimden

Hayat, çok kısa; fark edemedin mi güzelim?
Gel, tut ellerimden; gel ki
Gezelim, eğlenelim
Tatlı tatlı, sevgiyi kana kana içelim

Tarih: 2 Şubat 1991

Çaresiz Sürgün

ÇARESİZ SÜRGÜN


Sevginin fırtınalı vadisinde
Karşılaştık ikimiz, seninle bir gün
Kaderimizin oyununa geldik; çaresiz,
Eğildik sürgün

Nice acılara, aldırış etmedi şu gönlüm
Kaldı boynu bükük, şimdi çok üzgün
Korkuyorum belki de bir gün;
Alacak sazını eline, olacak gezgin.

Tarih: 26 Ocak 1991

Parlak Bir Güneş

PARLAK BİR GÜNEŞ


Deli divane gibi savrulur gönlüm
Akan nehir sanki, çağlar delice
Yine birini sevdin, daha yenice
Gönlüm, dayanamazsın böyle sevince

Sahillere vuran boş şişeler gibi,
Hor görüldün, kimbilir belki yıllarca
Artık, bir limana sığınma zamanıdır
Parlak bir güneş, yeni denizin ufkunda.

Tarih: 3 Ocak 1991

İstanbul Busesi

İSTANBUL BUSESİ


Her birimiz, gemilerden, derinliklere bırakılan
Serseri mayınlarıyız, İstanbul kıyılarının
Kimimiz dayanıklıdır, yıllarca ilk günkü halini korur
Çoğumuz, ilk bulduğu zemine çakılır; patlar.

Kimi İstanbullu, alır eline bavulunu; memleket yolunu tutar.
Eski İstanbullu, bulur ocağını; kazık kakar Topkapı Surları’na
Hani, bir de derviş İstanbullu vardır,
Anadolu’dan kalkar, gelir; nice ümitlerle

Zaman, İstanbul’da, İstanbul’u anlatan
Bir karmaşadır, tarih içinde.
Bir bakarsın İstanbul, Bizans elinde
Bir de bakmışsın ki fethedilmiş; Türkler’de

Lakin, İstanbul bir çığdır
Memleketine bağlanamayan her kişinin bağrında.
Hey, İstanbul! Ne lütufsun
Akıllın da var, delinde, sağırında. . .

Tarih: 25 Kasım 1990

Boğaz'da bir gezinti

BOĞAZ’DA BİR GEZİNTİ


Boğaz’da giderken bir vapurla
Geçsin diye karşıya beklerken sabırla ( cümle düşük gibi! )
Yağmur yağıp da cam buğulanınca
Ne güzeldir camdan inen damlalar.

Fırtına çıkıp deniz çoşunca,
Gök aydınlanıp şimşek çakınca,
Yağmur bir sel gibi güvertede akınca
Ne hırçındır cama vuran dalgalar

Aradan yıllar geçip deniz durunca,
Azalıp da akıntı su durulunca,
Bir dostum çıkıp da seni görünce,
Ne haindir yüzündeki çizgiler

Sevdiğin yar hafızana girince,
Vapur bir o yana, bir bu yana sendeleyince,
Tüm hüzünler dönüşünce sevince
Ne şirindir gözden süzülen taneler

Yıl: 1990

Güz Dönemi

GÜZ DÖNEMİ


Ayrılık rüzgarı esti bir kere
Döktü, bir yaprak gibi saçtı yerlere
Gözyaşları olmuştu, akan bir dere
Sonsuz hüzün fısıldıyordu sevgililere.

Bir daha batmamak ( doğmamak? olabilir mi)üzere batmıştı, sevgi güneşi
Asla sönmeyecekmiş gibi yanıyordu, hüzün ateşi
Kulaklar işitmek istemiyordu, haykıran sesi
Kaçmıştı insanın bir kere, sonsuz neşesi

Yıl: 1990

Sevgiliye Hitab

SEVGİLİYE HİTAB


Fırtınanın içerisinde karanlıkla kucaklaşırcasına,
Koşuyordu gökyüzü.
Senden ayrıldıktan sonra yıkıldı gönlüm,
Adeta öksüzdü.
Sonunda, bu hırçın an geldi geçti. Belli ki. . .
Yenmişti güçlü, güçsüzü
Bu amansız mücadelenin sonunda yağmurlar,
Söylemişti son sözü. . .
Hıçkıra hıçkıra ağladım, bir çocuk gibi
Güçsüzüm
Çaldırdım gönlümü, hırsızların en tatlısına
Suçsuzum
Mutluluk benim de hakkım; ama ulaşamadım
Şanssızım
Asla kavuşamayacak gibi bir duyguya kapılıyorum.
Teselli edilmek istiyorum
Yalnızım
Delirir gibi oluyorum sensiz, kırıp dökmek istiyorum her şeyi
Durgunum
Tarif edilmez duygularla bağlıyım, anlatamıyorum
Suskunum
Taparcasına seviyorum seni; aşığım, tutkunum
Vurgunum
Uzun zamandan beri sevgilim, aşkınla doluyum
Taşıyorum
Kimbilir, belki de zaman zaman yanaklarından süzülüp
Akıyorum

Yıl: 1990

Gözyaşı Pınarı

GÖZYAŞI PINARI


Sevgiye hasret olduğum şu dakikalarda
Kurudu gözyaşı pınarlarım
Yardan ayrıldığım çileli zamanda,
İsyan etti ruhum, çıkmaza girdi bedenim.
Seni düşünmeyi fırsat bildiğim şuhun içinde,
Hazin bir yalnızlık bürüdü etrafımı.
Aşkın bu denli ızdıraplı olduğunu sezdiğimde,
Sürüdü ayaklarım beni, meyhane girdabına.
Fayda etmedi binbir türlü içki, ruhumun ızdırabına.
Sarhoş oldum bir kere, tutkunum aşk şarabına.
Sevgilim, ağlama; dayanamam, inci gibi dökülen
O gözyaşlarına.
Feda olsun serveti tüm dünyanın, gülücükle bakan,
Neşeli bir tek bakışına.
Biliyorum, diyemeyeceğim belki de elime asla;
Dalgalanan o saçına.
Üzülme, sen de bırak kendini, pınar gibi akan;
Esrarengiz hayatın gizemli akışına. . .

Yıl: 1990

Ölüme Çeyrek Kala

ÖLÜME ÇEYREK KALA


“Hayatım, pamuk ipliğine bağlı” derler ya dostum,
Boş; öyle gelir insana, bir zaman tufanı içinde.
Tik - tak sesleri gider, gelir; fırtınalar kopar. . .
İnsan, ölümü hisseder bir anda ensesinde.

Ölüm, azgın bir sapık gibi kesik kesik solur
İnsan, bu bocalama içinde çırpınır durur
Adeta dengesiz zaman çığlıkları;
İnsanı boğar, kudurtur. . .
O insan için her zevk, bir anda kurur. . .

İnsan, ömründe doyamaz ne reçele ne bala
Lakin bitmiştir ( binmiştir ?,olabilir mi?) artık, çılgın deryada ki o sandala
Sonunda sular çekilir, durulur derya
Ölüme çeyrek kala. . .

Yıl: 1988

Evvel Zaman İçinde

EVVEL ZAMAN İÇİNDE


Mavi çalkantılı bir deniz
Hararetle kararıyor gökyüzü
Korkutur ve daima korkutacak insanları
“Ölüm” sözü. . .
Peki, bu tabiat olaylarını hiç mi görmez insan gözü
Aslında bu olaylar, hayatın bir parçası, hayatın özü.
Yandıktan sonra odun, sen dostum. . .
Karıştıran sensin hem külü hem közü
Nafile dostum, farkında olamazsın
Geçen zamanın. . .

Yıl: 1988

ILIK AKŞAM RÜZGARLARI

ILIK AKŞAM RÜZGARLARI


Ilık bir akşam, sessiz bir gece
Ölüm yaklaşıyor gelip sessizce
Zaman, katlediyor insanları hunharca
Sonra, sigaramdan çekiyorum derince bir nefes
Aklıma geliyor, eskiden yaşanmış şehirlerden
Miletos, Efes
Anlıyorum sonra, zaman, akan bir su
Yaşam denilen şey,
Bir ay, gün, yıl kabusu
İnsanları almış götürmüş, bir para hırsı
Hatırlanacak tek bir şey kalmış geriye
Ilık akşam rüzgarları ve onun tatlı hışırtısı. . .

Yıl : 1987

Yazan: Aydın Özer
Sayı: 1

İlk Merhaba

Merhaba,hoşgeldiniz demek istiyorum sayın ziyaretçilerim,umarım blog'umda duygularınızı taşırabilecek bir duygu seli bulabilirsiniz,Zaman zaman şiirlerime yenileri ekliyebileceğimi umuyorum ayrıca sizlerle zaman zaman hoşça vakit geçirebilmek adına bazı hikaye ve fıkraları da blog'umda yayınlayarak sizlere hoş bir seda yaşatabilmeyi umuyorum,her türlü görüş ve öneri için 'a e-mail'lerinizi bekliyorum.
Sevgiler.

Yasal Uyarı

Blog'um da yanınlanan şiirlerin istisnasız hepsi benim şahsıma ait olan eserlerdir,herhangi bir 2. ya da 3. şahıslarca izinsiz kullanımı hakkında yasal her türlü hakkım gizli kalmak şartıyla paylaşıma açıyorum,Lütfen izinsiz paylaşımda bulunmayınız,İzinsiz alıntı yapmayınız,Teşekkürler.