Sondan bir önceki akşamın sancısını taşıyorum iliklerimde.
Karanlık mazisi, geleceğin içimde bir üftedir.
Dal kırıkları üzerinde seken insan kümelerinde,
Yükseklere uzanan her el demeti,
Sanki topraktan devşirilmedir.
Çam sakızı, çoban armağanı; karnı yarılmış bir mutluluk
Bir yarısı acı, keder, hüsran; diğeri ise acıma ve şevkat ile süslenmiş
Bir tabak dolusu sevgi. . .
Hep yarı aç, yarı tok kalkıyoruz, bu sofranın adabı gereği! . .
Üzerimize de siniyor, yalın bir yokluk.
Kaktüs yaprağından kotarılmış, ince, dikensi bir yalnızlık
Kuruntu kumaştan dikilmiş gözde, sırmalı bir kaftan.
Hayat denizinde, sanki bir anlık
Aç, susuz bırakılmış bunca da insan! . .
Tarih: 25 / 11 / 1992
Hakkımda
- Duygusalt
- En zor eğitim yollarından biri olan hayat ile kendimi eğitmiş bir insan olarak,ne kendi duygu ve düşüncelerime yabancıyım ne de başkalarının duygu ve düşüncelerine,şiir bir duygu aracından çok duyguların meyve vermesidir ki ben nice koca incir ağaçları gördüm,içi kadar meyvesi de çürümüş ve güvenilmez,meyve vermek her kökü olanın değil toprağı bereketli olanın işidir...
SORGULAMADA İSTANBUL
Bir gürültü, bir hengame
Şaklabanlık dürtüleriyle nadasa bırakılmış
Taşı, toprağı altından; ilah gibi üzerine titrenen
Beş para etmez memleket. . .
Saçmalıkların, göbek kordonuyla başı çektiği ve. . .
Sarayburnu deniz dibi trafiğinde,
Yahut da birinci, ikinci boğaz köprüleri ile perçinleşmiş;
Ya da otobüs, kamyon, otomobil lastikleri altında son bulmuş. . .
Daha aklımıza gelen gelmeyen nice kilometre taşlarında,
Kendini sınamış, salgın bir hastalık misali
İnsanlara musallat olan, tarifi yapılamaz. . .
O sıradan gezegen.
Bir yakasında Üsküdar, Beşiktaş; Kadıköy, Eminönü. . .
Diğer yanında da Bostancı, Adalar; Sirkeci, Yalova arasında,
Soluksuz denizlerde yalpalayan insan kitleleri merkezi. . .
Kuramsal yok oluşların ve yalnızlıkların,
Her gün, biraz daha boğazın pisliği içine gömüldüğü,
Karanlık mazisi, derin anlamlar içeren. . .
Sahipsiz büyülü şehir.
Aşıkların birbirleriyle köşe kapmaca oynadığı,
Duygusallıktan yana nasibini, biraz olsun almamış
Demirden ayakkabıları ile yürekler üzerinde gezinen,
Karınca nezaketi ile de bizi ısırmaktan geri durmayan
Kancalı karamsarlıklar mekanı. . .
Ey! . . Düşünce nedir bilmeyen,
Sorumluluğu ise omuzlarında hiç hissetmemiş,
Duygu kırıntısından yoksun
Melek gibi insanları da içinde barındıran
Şeytanlarla yapılan düelloda acımasız
Acımasız olduğu kadar, bir o kadar da kaygısız
Toprak parçası. . .
Kadınların ve çocukların, masum bedenlerinde dolaşan ellere,
Daha ne kadar seyirci kalacak,
Bu vicdansız ve dengesiz semtlerin,
Sorgusuz, sualsiz infazını yerine getirme hakkını
Kim veriyor sana! . .
Cam kırıkları gibi ele batan zaman parçacıklarıyla
Üzerine hücum etme zevkini; tiksindirir güzellikler ile
Yok olma fırsatının da elden kaymasını sağlayan kim
Milyonlarca insana! . .
Yalap şalap yıkanmış, bakımsız yüzlerde
Pervasızca büyüyen sivilceler misali
Bunca sabır ve metanetle belleklerde. . .
Uygunsuz durumlarda, milyon defa adı okunmuş
Bir parazit bakteri gibi ruhumuzu sömüren,
Sen değilsin de başka bir şey mi yoksa! . .
Her soru, sorgulamada bir bakış açısı
Her açısından da bakılınca üçgenin,
Yaşam, yürekler acısı. . .
Neden verilemez cezası, sorgulamalarda!
Suçluya, suçunu itiraf ettirirse de;
Sağanak olup dinmese de sorular,
Ne gündüz ne gece ahenkleri değişir.
Sakıncalı, kaçamak bakışlar arkasından da
Kulağımıza şu lakırdılar çalınır;
“Bir gün düzelecek, bir gün düzelecek, bir gün. . .
Bir akıllı da çıkıp da belki. . . şu soruyu da sorar;
Bir gün. . . Lakin. . . Ne zaman? . .
Tarih: 23 / 11 / 1992
Şaklabanlık dürtüleriyle nadasa bırakılmış
Taşı, toprağı altından; ilah gibi üzerine titrenen
Beş para etmez memleket. . .
Saçmalıkların, göbek kordonuyla başı çektiği ve. . .
Sarayburnu deniz dibi trafiğinde,
Yahut da birinci, ikinci boğaz köprüleri ile perçinleşmiş;
Ya da otobüs, kamyon, otomobil lastikleri altında son bulmuş. . .
Daha aklımıza gelen gelmeyen nice kilometre taşlarında,
Kendini sınamış, salgın bir hastalık misali
İnsanlara musallat olan, tarifi yapılamaz. . .
O sıradan gezegen.
Bir yakasında Üsküdar, Beşiktaş; Kadıköy, Eminönü. . .
Diğer yanında da Bostancı, Adalar; Sirkeci, Yalova arasında,
Soluksuz denizlerde yalpalayan insan kitleleri merkezi. . .
Kuramsal yok oluşların ve yalnızlıkların,
Her gün, biraz daha boğazın pisliği içine gömüldüğü,
Karanlık mazisi, derin anlamlar içeren. . .
Sahipsiz büyülü şehir.
Aşıkların birbirleriyle köşe kapmaca oynadığı,
Duygusallıktan yana nasibini, biraz olsun almamış
Demirden ayakkabıları ile yürekler üzerinde gezinen,
Karınca nezaketi ile de bizi ısırmaktan geri durmayan
Kancalı karamsarlıklar mekanı. . .
Ey! . . Düşünce nedir bilmeyen,
Sorumluluğu ise omuzlarında hiç hissetmemiş,
Duygu kırıntısından yoksun
Melek gibi insanları da içinde barındıran
Şeytanlarla yapılan düelloda acımasız
Acımasız olduğu kadar, bir o kadar da kaygısız
Toprak parçası. . .
Kadınların ve çocukların, masum bedenlerinde dolaşan ellere,
Daha ne kadar seyirci kalacak,
Bu vicdansız ve dengesiz semtlerin,
Sorgusuz, sualsiz infazını yerine getirme hakkını
Kim veriyor sana! . .
Cam kırıkları gibi ele batan zaman parçacıklarıyla
Üzerine hücum etme zevkini; tiksindirir güzellikler ile
Yok olma fırsatının da elden kaymasını sağlayan kim
Milyonlarca insana! . .
Yalap şalap yıkanmış, bakımsız yüzlerde
Pervasızca büyüyen sivilceler misali
Bunca sabır ve metanetle belleklerde. . .
Uygunsuz durumlarda, milyon defa adı okunmuş
Bir parazit bakteri gibi ruhumuzu sömüren,
Sen değilsin de başka bir şey mi yoksa! . .
Her soru, sorgulamada bir bakış açısı
Her açısından da bakılınca üçgenin,
Yaşam, yürekler acısı. . .
Neden verilemez cezası, sorgulamalarda!
Suçluya, suçunu itiraf ettirirse de;
Sağanak olup dinmese de sorular,
Ne gündüz ne gece ahenkleri değişir.
Sakıncalı, kaçamak bakışlar arkasından da
Kulağımıza şu lakırdılar çalınır;
“Bir gün düzelecek, bir gün düzelecek, bir gün. . .
Bir akıllı da çıkıp da belki. . . şu soruyu da sorar;
Bir gün. . . Lakin. . . Ne zaman? . .
Tarih: 23 / 11 / 1992
GARİBAN
Akşam akşam, yeniden üzüntü gezegenine yolculuk yaptım.
Bakınca tam anlayamadım; ya vardı ya yoktu sekiz, on yaşlarında,
Gezindiriyordu sadece pervasızca elini kolunu, boş yere iki yanında
Sağır mı, dilsiz mi, yoksa akıl fukarası mı; bir türlü hissedemedim!
Kara paltosu uzanıyor taa. . . ayak parmaklarına
İnceden inceye alay ediyordu, yüzümüze bakıp o haliyle; şaşakaldım. . .
İnanır mısınız ey dostlar, o gariban çocuğa nedense acıyamadım
Derken, birdenbire aldı götürdü beni, duygusal melankoli diyarlarına.
“Demini bulmuş bir insan” havası, düşencesi uyandırdı
O gariban çocuk bende.
“Duyarlı” insan tablosu çizen beşerde bile ben, öyle kişiliği görmedim.
İçtiği ayranın kutusunu bile götürürdü, attı çöp tenekesine.
Allah’ım! . . Bu çocuk akıllı mı, deli mi; hiç bulamadım. . .
Benim kolumda, kaplama bir saat,
Onunsa paltosundan daha değerli hiçbir şeyi yok
Aynı ruhlara sahibiz; aynı havayı da teneffüs ediyoruz
İyi de ne ki beni “değerli” kılan, onu yerden yere vuran!
Onu doğurup ( vurup? ) sokağa bırakan anne de
Çok vicdanlıymış, çok. . .
O, her şeyden habersiz yaşıyordu hayatını
Onu görünce ben oldum, edebinden sarsılan. . .
Tarih: 18 / 11 / 1992
Bakınca tam anlayamadım; ya vardı ya yoktu sekiz, on yaşlarında,
Gezindiriyordu sadece pervasızca elini kolunu, boş yere iki yanında
Sağır mı, dilsiz mi, yoksa akıl fukarası mı; bir türlü hissedemedim!
Kara paltosu uzanıyor taa. . . ayak parmaklarına
İnceden inceye alay ediyordu, yüzümüze bakıp o haliyle; şaşakaldım. . .
İnanır mısınız ey dostlar, o gariban çocuğa nedense acıyamadım
Derken, birdenbire aldı götürdü beni, duygusal melankoli diyarlarına.
“Demini bulmuş bir insan” havası, düşencesi uyandırdı
O gariban çocuk bende.
“Duyarlı” insan tablosu çizen beşerde bile ben, öyle kişiliği görmedim.
İçtiği ayranın kutusunu bile götürürdü, attı çöp tenekesine.
Allah’ım! . . Bu çocuk akıllı mı, deli mi; hiç bulamadım. . .
Benim kolumda, kaplama bir saat,
Onunsa paltosundan daha değerli hiçbir şeyi yok
Aynı ruhlara sahibiz; aynı havayı da teneffüs ediyoruz
İyi de ne ki beni “değerli” kılan, onu yerden yere vuran!
Onu doğurup ( vurup? ) sokağa bırakan anne de
Çok vicdanlıymış, çok. . .
O, her şeyden habersiz yaşıyordu hayatını
Onu görünce ben oldum, edebinden sarsılan. . .
Tarih: 18 / 11 / 1992
AĞLAMAKLI
Bilemiyorum, hangisi doğru; ağlamak mı, avunmak mı? . .
Yoksa direnmek mi ağlamaya?
Seni hiç tanımıyorum. . ! Yüzünü de hiç görmedim.
Ne sesini duydum, ne de kokunu aldım;
Benim yaptığım, yoksa yaşamı savunmak mı?
O halde ne ki beni benliğinle bu denli kucaklaştıran!
Belki de sana kızdığım için karalıyorumdur bu satırları.
Sen ki kuyruğunu sıkıştırıp bacaklarının arasına kaçtın,
Bu soluksuz dünyadan.
Cesedin daha soğumadı; ama seni, sevenlerini tekrar aldatıp
Yok olacaksın toprağa bataraktan
Son sevgililerini, iki kez arkasından hançerledin.
Seni, kardeşi gibi seven şirin kızlar, arkadan gözyaşı tüketiyorlar.
Ya o çocuksu gülüşleriyle, şakalarıyla, seninle bütünleşen erkekler
Daha şimdiden, çelik çomak oyunlarında,
Senin yerine oynayacak insanı bulma telaşındalar.
Annen, baban perişan; yaşam savaşı derdindeyken. . .
Bir de kahır koydun gönüllerine, özlemin de cabası
Oysa sadece sana bağımlı olan bir şey değildi yaşamak.
Dedim ya! . . tuzsuz aşa, pirinç kattın sen;
Suyunu kaçırınca da oldu pirinç lapası.
Öğretmenlerin de yas tutuyor senin için
Onlara, aptal öğrencilerin yorucu izdihamlarından sığınacak
Bir çatı altı gibiydin.
Gönlünü fethettiğin bir dilber de vardı, bir yerlerde belki de, kim bilir!
Ama yo! . . İlle de sen, kendini, o pencereden kaldırıp atacaktın.
Mademki yazıyorum; senin için bir şeyler daha karalayacağım.
Sen, en kolay olanını seçtin; zoru ise belki de hiç denemedin.
Benliğinin içinde, belki de sen, kararını çok zaman önce vermiştin.
Bağışlasın beni, seni sevenler; elbette beni üzdün; ama. . .
Ne yazık ki, arkandan ben, ağlamayacağım!
Ne söyleyebilirim ki! . . Senin için üzülerek çarpan yüreklerin hepsi haklı
Bin bir tane soru bıraktın göçüp giderken beyinlerde;
Yaşlı gözleri ise meraklı.
Ne istedin, onca seni seveninden; arıca, bir de benden. . .
Gecenin bir yarısı.
Muradına erebildin mi? . .
Öyle buğulu gözler bıraktın ki arkanda ağlamaklı! . .
Tarih: 17 / 11 / 1992
Yoksa direnmek mi ağlamaya?
Seni hiç tanımıyorum. . ! Yüzünü de hiç görmedim.
Ne sesini duydum, ne de kokunu aldım;
Benim yaptığım, yoksa yaşamı savunmak mı?
O halde ne ki beni benliğinle bu denli kucaklaştıran!
Belki de sana kızdığım için karalıyorumdur bu satırları.
Sen ki kuyruğunu sıkıştırıp bacaklarının arasına kaçtın,
Bu soluksuz dünyadan.
Cesedin daha soğumadı; ama seni, sevenlerini tekrar aldatıp
Yok olacaksın toprağa bataraktan
Son sevgililerini, iki kez arkasından hançerledin.
Seni, kardeşi gibi seven şirin kızlar, arkadan gözyaşı tüketiyorlar.
Ya o çocuksu gülüşleriyle, şakalarıyla, seninle bütünleşen erkekler
Daha şimdiden, çelik çomak oyunlarında,
Senin yerine oynayacak insanı bulma telaşındalar.
Annen, baban perişan; yaşam savaşı derdindeyken. . .
Bir de kahır koydun gönüllerine, özlemin de cabası
Oysa sadece sana bağımlı olan bir şey değildi yaşamak.
Dedim ya! . . tuzsuz aşa, pirinç kattın sen;
Suyunu kaçırınca da oldu pirinç lapası.
Öğretmenlerin de yas tutuyor senin için
Onlara, aptal öğrencilerin yorucu izdihamlarından sığınacak
Bir çatı altı gibiydin.
Gönlünü fethettiğin bir dilber de vardı, bir yerlerde belki de, kim bilir!
Ama yo! . . İlle de sen, kendini, o pencereden kaldırıp atacaktın.
Mademki yazıyorum; senin için bir şeyler daha karalayacağım.
Sen, en kolay olanını seçtin; zoru ise belki de hiç denemedin.
Benliğinin içinde, belki de sen, kararını çok zaman önce vermiştin.
Bağışlasın beni, seni sevenler; elbette beni üzdün; ama. . .
Ne yazık ki, arkandan ben, ağlamayacağım!
Ne söyleyebilirim ki! . . Senin için üzülerek çarpan yüreklerin hepsi haklı
Bin bir tane soru bıraktın göçüp giderken beyinlerde;
Yaşlı gözleri ise meraklı.
Ne istedin, onca seni seveninden; arıca, bir de benden. . .
Gecenin bir yarısı.
Muradına erebildin mi? . .
Öyle buğulu gözler bıraktın ki arkanda ağlamaklı! . .
Tarih: 17 / 11 / 1992
ERKEKSİ SİTEM
Sömürülmüş vücudu, baştan başa gençlerin
İsmi, kapkara harflerle işlenmiş; çocuksu erkekliğin
“Namus”u hiç tatmamış, bir eksik eteğin; uçkurunun esiri olmuş
Şehvet çırpıntılarında erkekler, sayılmaz kaç gecenin! . .
Soluğunda, çıplaklığın beden iniltileri var.
Benliğini karıştırırsan işin aslına, o iş, orada biter.
Her zaman, hep suçluyuzdur; hep hor görülürüz biz erkekler
Ruhumuzu satın aldınız, bir gramlık balık etiyle siz melekler
Size daima şiirler yazarız; şarkı derleriz.
Çalışır, didinir, yaranamayız; daha çoğunu isteriz.
Hepsinden önemlisi, sizi hep çok severiz
Ama bir türlü anlaşamayız; çünkü biz, ne de olsa erkeğiz.
Masmavi geceleri, zindan edersiniz bize.
Taşı sıksak sular fışkırır; hisseder bunu eliniz.
Bir aslan gibi kükremek yerine, bir kedi gibi kıvrılıp dizinize
Merhamet dilemekten başka, sizden bir şey mi isteriz?
Birinden, bir fiske yiyip hatayı, bütün bir zümreye yüklemek niye?
Aldanmayın sakın ha “Bunlar, bize muhtaçtır” diye!
Bir dünya yaratılmış, kadın ve erkeğiyle
Gelin yaşayalım işte, şevkat, sevgi ve aşk ile
Dolu dizgin duygular, hep menfaat peşinde
Hiç kimse arkada kalmıyor, birbirini aldatma yarışında.
Evrenin dört mevsiminde, her salise, her saniye ve her saatinde.
Savaşlarda, toprağa kucak açmıştır erkekler, yaşamın arifesinde.
Mihraca yükselen her ruh, erkek değil elbette.
Böyle bir yanılgıya düşersem büyük haksızlık ederim.
Durmadan hep, her saniye benden şüphe ederse
Bir insan olarak ben, gönül huzuruna nasıl ererim!
Tarih: 15 / 11 / 1992
İsmi, kapkara harflerle işlenmiş; çocuksu erkekliğin
“Namus”u hiç tatmamış, bir eksik eteğin; uçkurunun esiri olmuş
Şehvet çırpıntılarında erkekler, sayılmaz kaç gecenin! . .
Soluğunda, çıplaklığın beden iniltileri var.
Benliğini karıştırırsan işin aslına, o iş, orada biter.
Her zaman, hep suçluyuzdur; hep hor görülürüz biz erkekler
Ruhumuzu satın aldınız, bir gramlık balık etiyle siz melekler
Size daima şiirler yazarız; şarkı derleriz.
Çalışır, didinir, yaranamayız; daha çoğunu isteriz.
Hepsinden önemlisi, sizi hep çok severiz
Ama bir türlü anlaşamayız; çünkü biz, ne de olsa erkeğiz.
Masmavi geceleri, zindan edersiniz bize.
Taşı sıksak sular fışkırır; hisseder bunu eliniz.
Bir aslan gibi kükremek yerine, bir kedi gibi kıvrılıp dizinize
Merhamet dilemekten başka, sizden bir şey mi isteriz?
Birinden, bir fiske yiyip hatayı, bütün bir zümreye yüklemek niye?
Aldanmayın sakın ha “Bunlar, bize muhtaçtır” diye!
Bir dünya yaratılmış, kadın ve erkeğiyle
Gelin yaşayalım işte, şevkat, sevgi ve aşk ile
Dolu dizgin duygular, hep menfaat peşinde
Hiç kimse arkada kalmıyor, birbirini aldatma yarışında.
Evrenin dört mevsiminde, her salise, her saniye ve her saatinde.
Savaşlarda, toprağa kucak açmıştır erkekler, yaşamın arifesinde.
Mihraca yükselen her ruh, erkek değil elbette.
Böyle bir yanılgıya düşersem büyük haksızlık ederim.
Durmadan hep, her saniye benden şüphe ederse
Bir insan olarak ben, gönül huzuruna nasıl ererim!
Tarih: 15 / 11 / 1992
KIYAMET RÜYASI
Cehennemde bir buzdan dağa, daha erildi.
Kaçıncı katıdır bilinmez yerin; gök başına devrildi.
Toprak ana, adem baba; her bir yere savruldu
Kabristandaki ölüler teker teker doğruldu.
O yüce yaratıcı, gökkubbede belirirken
Savrulan tüm enkazın, ansızın gözbebeği seğirdi
Kalp ağrısı bile artık, çare değilken
Kaybolmanın sırrını kimler keşfedebilir ki!
Dert, derman, yalnızlık, kasvet, uçurumlarda kayboldu.
Acı, keder, ihanet, hasret atmosfere dağıldı.
Mani, türkü, şarkı, ağıt; hepsi ruhlarımıza hapis oldu
İyi, güzel, kötü, çirkin; bunlar, zaten batıldı.
Zamansız koruda şeytanlar, her biri cirit atıyorlar.
Var olmayan öfkesiyle insan hırçınlaşıyor.
Aşağıya baktığında, kalıntılar, çevreye çirkef saçıyor.
Özgür kaldı ruhumuz; artık, hesap saati yaklaşıyor.
Gümüşten bir asa ile bir melek beliriverdi kapıda.
Nurla boyalı kapıdan, geçiverdik bir çırpıda.
Gördük ki, ruhumuza yabancı değil bu mekan. . .
Sonra; burnumuza kokular geldi, genzimizi yakan. . .
Bir kalabalık ki çevre, mahşerin taa kendisi
Kimi ruhlar avaz avaz bağırıyor, yankılamakta sesi
Herkesin önüne düşmüş şapkası, takkesi, külahı, fesi
Kimini cezalandırıp kimini bağışlıyor, evrenin efendisi. . .
Çok uzakta bir yerde, cehennem gözüme ilişti.
Bütün yaşadığım saatler, benliğimle çelişti.
Aranırken gözlerim, cennet bahçesiyle kamaştı
Doğrusu bu, akıl almaz bir varlık için bile olsa inanılmaz bir çelişki
Gökkuşağından aşağıya aktık ben ve bir kafile
Hafızamda bilgiler, telaş içinde.
Düşünceler kuşattı beynimi, sanki çelikten bir kale
Derken; indik gökkuşağından, çıktı karşımıza sonsuz bir şelale
Anladık ki bu, başlangıcın yarım öyküsü
Çalındı uzaklardan kulağıma, ahenkli bir horoz ötüşü
Kapalı olan gözlerim açıldı, birden dindi kabusu. . .
Bir kaldırdım ki başımı, aydınlanmış dünyanın mavi perdesi. . .
Tarih: 13 / 11 / 1992
Kaçıncı katıdır bilinmez yerin; gök başına devrildi.
Toprak ana, adem baba; her bir yere savruldu
Kabristandaki ölüler teker teker doğruldu.
O yüce yaratıcı, gökkubbede belirirken
Savrulan tüm enkazın, ansızın gözbebeği seğirdi
Kalp ağrısı bile artık, çare değilken
Kaybolmanın sırrını kimler keşfedebilir ki!
Dert, derman, yalnızlık, kasvet, uçurumlarda kayboldu.
Acı, keder, ihanet, hasret atmosfere dağıldı.
Mani, türkü, şarkı, ağıt; hepsi ruhlarımıza hapis oldu
İyi, güzel, kötü, çirkin; bunlar, zaten batıldı.
Zamansız koruda şeytanlar, her biri cirit atıyorlar.
Var olmayan öfkesiyle insan hırçınlaşıyor.
Aşağıya baktığında, kalıntılar, çevreye çirkef saçıyor.
Özgür kaldı ruhumuz; artık, hesap saati yaklaşıyor.
Gümüşten bir asa ile bir melek beliriverdi kapıda.
Nurla boyalı kapıdan, geçiverdik bir çırpıda.
Gördük ki, ruhumuza yabancı değil bu mekan. . .
Sonra; burnumuza kokular geldi, genzimizi yakan. . .
Bir kalabalık ki çevre, mahşerin taa kendisi
Kimi ruhlar avaz avaz bağırıyor, yankılamakta sesi
Herkesin önüne düşmüş şapkası, takkesi, külahı, fesi
Kimini cezalandırıp kimini bağışlıyor, evrenin efendisi. . .
Çok uzakta bir yerde, cehennem gözüme ilişti.
Bütün yaşadığım saatler, benliğimle çelişti.
Aranırken gözlerim, cennet bahçesiyle kamaştı
Doğrusu bu, akıl almaz bir varlık için bile olsa inanılmaz bir çelişki
Gökkuşağından aşağıya aktık ben ve bir kafile
Hafızamda bilgiler, telaş içinde.
Düşünceler kuşattı beynimi, sanki çelikten bir kale
Derken; indik gökkuşağından, çıktı karşımıza sonsuz bir şelale
Anladık ki bu, başlangıcın yarım öyküsü
Çalındı uzaklardan kulağıma, ahenkli bir horoz ötüşü
Kapalı olan gözlerim açıldı, birden dindi kabusu. . .
Bir kaldırdım ki başımı, aydınlanmış dünyanın mavi perdesi. . .
Tarih: 13 / 11 / 1992
Etiketler:
adem baba,
ağıt,
cehennem,
derman,
dert,
enkaz,
gök başıan devrildi,
gökkube,
kabristan,
kasvet,
mahşer,
mani,
nur,
şarkı,
toprak ana,
türkü,
yalnızlık,
yüce yaratıcı,
zamansız koruda şeytan
AYYAŞ
Çorabının tekiyle kovalamaca oynarken
Demir parmaklar arasına sıkışır ellerin, ayakların
Çorba yerine tuzu, su içine katarsan
Dallanır budaklanır boğazında parmağın.
Duvar dibi ikliminde, iki büklüm yağarsın
Kardan bir adam gibi buz tutup da donarsın.
Gerçekleri unutup hayalinde yaşarsın
Sarsılmış yüz ve gözle aylak aylak gezerken
Bütünüyle ilti...tır söylenen lakırdılar
Ne çare ki o saatte, akıl kafadan uçar.
Seni dinleyen her kimse, “Acep bu, deli midir?” der.
Bir taraf, bir şekilde, evine geri gider.
Yıllardan beri, bir tek kez, kadın yüzü görmedin.
Şişe içinde yaşayan bir balık varsa o balık, sensin.
Adam sen de! . . diz şişeleri ardı ardına; muradına erersin
Dere kenarında bir yerde, bir gün, postu yere serersin.
Tarih: 9 / 11 / 1992
Demir parmaklar arasına sıkışır ellerin, ayakların
Çorba yerine tuzu, su içine katarsan
Dallanır budaklanır boğazında parmağın.
Duvar dibi ikliminde, iki büklüm yağarsın
Kardan bir adam gibi buz tutup da donarsın.
Gerçekleri unutup hayalinde yaşarsın
Sarsılmış yüz ve gözle aylak aylak gezerken
Bütünüyle ilti...tır söylenen lakırdılar
Ne çare ki o saatte, akıl kafadan uçar.
Seni dinleyen her kimse, “Acep bu, deli midir?” der.
Bir taraf, bir şekilde, evine geri gider.
Yıllardan beri, bir tek kez, kadın yüzü görmedin.
Şişe içinde yaşayan bir balık varsa o balık, sensin.
Adam sen de! . . diz şişeleri ardı ardına; muradına erersin
Dere kenarında bir yerde, bir gün, postu yere serersin.
Tarih: 9 / 11 / 1992
Etiketler:
acep,
çorba,
çorba yerine,
duvar dibi iklimde,
duvar dini,
kovalamaca oynarken,
sarsılmış,
taraf,
yeter
AYIŞIĞI
Mehtabın ritimleri yankılanmakta boşlukta
Kan kusturan siyah renk yok oldu, bir çırpıda
Dengeledin geceyi masmavi ışığınla
Hoş geldin yalnızlığıma, kaçamak ay ışığı
Bulutsuz gecelerde parlayan meşalesin
Nurdan parlak yüzünle bize hep gülümsersin
Hep bizimle birlikte bir o kadar da uzaksın
Ruhumuzu terk edip karartma ay ışığı.
Çekirdekten yetişme, doğuştan yeteneksiz
Yardıma muhtaç olana her zaman kifayetsiz
Doruğundaki kefene daima ihanetsiz
Bakmasını öğret de öğrenme ay ışığı.
Sana bakan her göz, aniden aydınlanıyor
Gözlerimin içi, parıl parıl ateşle kamaşıyor.
İçimde ise bir yara daima kanıyor
Göz üstüne mil çeken bir sırrın mı var ay ışığı
Bu tatlı rüzgarın da adını anmasam alınır
Bu rüzgarda varlıklar, gökyüzüne darılır.
Senin sayende ise gece loş bir ahenge bürünür
Tutsak olan tüm ruhlara selamlar ay ışığı.
Tarih: 8 / 11 / 1992
Kan kusturan siyah renk yok oldu, bir çırpıda
Dengeledin geceyi masmavi ışığınla
Hoş geldin yalnızlığıma, kaçamak ay ışığı
Bulutsuz gecelerde parlayan meşalesin
Nurdan parlak yüzünle bize hep gülümsersin
Hep bizimle birlikte bir o kadar da uzaksın
Ruhumuzu terk edip karartma ay ışığı.
Çekirdekten yetişme, doğuştan yeteneksiz
Yardıma muhtaç olana her zaman kifayetsiz
Doruğundaki kefene daima ihanetsiz
Bakmasını öğret de öğrenme ay ışığı.
Sana bakan her göz, aniden aydınlanıyor
Gözlerimin içi, parıl parıl ateşle kamaşıyor.
İçimde ise bir yara daima kanıyor
Göz üstüne mil çeken bir sırrın mı var ay ışığı
Bu tatlı rüzgarın da adını anmasam alınır
Bu rüzgarda varlıklar, gökyüzüne darılır.
Senin sayende ise gece loş bir ahenge bürünür
Tutsak olan tüm ruhlara selamlar ay ışığı.
Tarih: 8 / 11 / 1992
TURKUAZ
Olsa olsa, bir turkuaz ancak bu
Meyveden sulu, yemişten tatlı, cevizden sert, kılıçtan keskin olan
Gezgin dudaklarının arasında oluşan bir tutku. . .
Sihirbaz gibi ansızın; sihir ile kucaklaşan
Çamurdan; ama saçma sapan bir hayal benimkisi
Belki de elimin içini ovuşturan, simsiyah kara lekelerdir.
Zaten bu yaşam, bir önceki yaşamın biraz eskisi
Kara günler ise belki de; üzerine kireç dökülerek değiştirilenlerdir.
Zıvanadan çıkaran her nesnenin, belli bir ismi mi var?
Karamsarlık kırıntıları içerisinde kim yaşamak ister ki!
Bülbül bile öttüğü zaman sesini duyar,
Bu karmaşada, peşimize düşüp de kimler gelir ki?
Sendeleyen her insan acaba sarhoş mu?
Yaşam, bir zillede (sillede?) vurmuş olamaz mı yere onları?
Sanki senin hayatında hiç hatan yok mu?
Bırak artık elemeyi sen de şu kaygan kumları!
Çoğu zaman istiflenmiştir belki de kim bilir benliğimizde, insan katmanları
Soğuk buzullar gibi kaçıp gidiyor elimizden, zaman damlaları
Katmanlar arasında da ince dilimler halinde aşk yalanları
Bir yer de yok ki sırra kadem basalım,
Arkamızı yalar oldu ayak sesleri. . .
Tarih: 30 / 10 / 1992
Meyveden sulu, yemişten tatlı, cevizden sert, kılıçtan keskin olan
Gezgin dudaklarının arasında oluşan bir tutku. . .
Sihirbaz gibi ansızın; sihir ile kucaklaşan
Çamurdan; ama saçma sapan bir hayal benimkisi
Belki de elimin içini ovuşturan, simsiyah kara lekelerdir.
Zaten bu yaşam, bir önceki yaşamın biraz eskisi
Kara günler ise belki de; üzerine kireç dökülerek değiştirilenlerdir.
Zıvanadan çıkaran her nesnenin, belli bir ismi mi var?
Karamsarlık kırıntıları içerisinde kim yaşamak ister ki!
Bülbül bile öttüğü zaman sesini duyar,
Bu karmaşada, peşimize düşüp de kimler gelir ki?
Sendeleyen her insan acaba sarhoş mu?
Yaşam, bir zillede (sillede?) vurmuş olamaz mı yere onları?
Sanki senin hayatında hiç hatan yok mu?
Bırak artık elemeyi sen de şu kaygan kumları!
Çoğu zaman istiflenmiştir belki de kim bilir benliğimizde, insan katmanları
Soğuk buzullar gibi kaçıp gidiyor elimizden, zaman damlaları
Katmanlar arasında da ince dilimler halinde aşk yalanları
Bir yer de yok ki sırra kadem basalım,
Arkamızı yalar oldu ayak sesleri. . .
Tarih: 30 / 10 / 1992
BUDALA
Dertli ortaklar, dergah kurar tahtına
Son veremezsin, ruhunun noktalaşan saltanatına.
Varsa, yoksa kan ağlamak; varsa, yoksa yenilmektir.
Engel olamazsın bir türlü, söz geçiremezsin bahtına.
Çakırkeyf alemlerinin bir numaralı şaşkını
Anlatacak söz bulamazsın, ummanlara sığmayan aşkını
Yol ortasında durup tepe taklak insanlara bakar da
Kimselere duyuramazsın matemli haykırışlarını
Kapıp koy verdiğin zaman, arkandan lanetler okur
Adımlarını sınırlı atarsın, önünde belirir bir çukur
Kah aşağı düşersin, kah kalkarsın ayağa
Sonuçta; pembe bulutlar, üzerinde uçuşur.
Martı sesleriyle birlikte denizi de ararsın
Her lahzanın içerisinde, kılı kırk bin defa yararsın
Bir düşünceden, düşünceye aniden aralanıverir kapılar
Böyle dört duvar arasında, kaderine ağlarsın.
Köpürüp taşan ırmaklarda, aniden atlanmaz suya
Ama bu, senin için her zaman gür olan sıradan, korkulu bir rüya
Şimdiden sıvadın paçaları, nerede kaldı onca öğütler
Tamam, atla da boğdur kendini;
Kurtulursun belki tüm sıkıntılarından budala. . .
Tarih: 25 / 10 / 1992
Son veremezsin, ruhunun noktalaşan saltanatına.
Varsa, yoksa kan ağlamak; varsa, yoksa yenilmektir.
Engel olamazsın bir türlü, söz geçiremezsin bahtına.
Çakırkeyf alemlerinin bir numaralı şaşkını
Anlatacak söz bulamazsın, ummanlara sığmayan aşkını
Yol ortasında durup tepe taklak insanlara bakar da
Kimselere duyuramazsın matemli haykırışlarını
Kapıp koy verdiğin zaman, arkandan lanetler okur
Adımlarını sınırlı atarsın, önünde belirir bir çukur
Kah aşağı düşersin, kah kalkarsın ayağa
Sonuçta; pembe bulutlar, üzerinde uçuşur.
Martı sesleriyle birlikte denizi de ararsın
Her lahzanın içerisinde, kılı kırk bin defa yararsın
Bir düşünceden, düşünceye aniden aralanıverir kapılar
Böyle dört duvar arasında, kaderine ağlarsın.
Köpürüp taşan ırmaklarda, aniden atlanmaz suya
Ama bu, senin için her zaman gür olan sıradan, korkulu bir rüya
Şimdiden sıvadın paçaları, nerede kaldı onca öğütler
Tamam, atla da boğdur kendini;
Kurtulursun belki tüm sıkıntılarından budala. . .
Tarih: 25 / 10 / 1992
BİLMECE
Ağız alışkanlığımı artık, dudağım yadırgar
Kara çarşaflarına bürünüp gezer, ruhumda kadınlar.
Bahçemde bir yerlerde, bir köpek hırlar
Ayaklarımın dibinde ise daima nankör bir kedi mırıldar.
Boylu boyunca uzanıp içime sarkar,
Nafile yakarmaları benliğimi yıkar.
Düşse de hep yerlere, ayağa kalkar
Bütün ölümler, ulemalar hep ondan korkar.
Menzilinde olanı, anında vurur
Gözünü açıp kaparken duan okunur.
Ansızın birdenbire yanına sokulur
Uzaklaştığı her metrede ise yüreğin burkulur.
Her şeyden, onu, üstün tutarsın
Yapışır da üstüne silkinemezsin.
Gözlerinin feri söner de muma dönersin,
Çıplak ayaklarla taşlarda, kanıt ararsın
Çalkalanan nehirler gibi köpürür gönlün
Eh! İşte, o zaman ölümden döndün
Devam ederken yoluna, çıkmaza girdin
Hayırlısı olsun, ne de olsa karar “gönlünün”
Kararsız bir gününde, onu mu andın?
Bir bakışa, bir gülüşe sen de mi kandın?
Acaba, herkesi, sen kendin mi sandın?
Biraz geç oldu; ama sonunda sen de akıllandın.
Mayın tarlalarını adımlar durursun
Varlığıyla yokluğunun miliminde “yoksun!”
Seni, bir saniye düşünmez; sen mi suçlusun!
Ne diyelim kardeşim, “Allah’ından bulsun.”
Tarih: 19 / 10 / 1992
Kara çarşaflarına bürünüp gezer, ruhumda kadınlar.
Bahçemde bir yerlerde, bir köpek hırlar
Ayaklarımın dibinde ise daima nankör bir kedi mırıldar.
Boylu boyunca uzanıp içime sarkar,
Nafile yakarmaları benliğimi yıkar.
Düşse de hep yerlere, ayağa kalkar
Bütün ölümler, ulemalar hep ondan korkar.
Menzilinde olanı, anında vurur
Gözünü açıp kaparken duan okunur.
Ansızın birdenbire yanına sokulur
Uzaklaştığı her metrede ise yüreğin burkulur.
Her şeyden, onu, üstün tutarsın
Yapışır da üstüne silkinemezsin.
Gözlerinin feri söner de muma dönersin,
Çıplak ayaklarla taşlarda, kanıt ararsın
Çalkalanan nehirler gibi köpürür gönlün
Eh! İşte, o zaman ölümden döndün
Devam ederken yoluna, çıkmaza girdin
Hayırlısı olsun, ne de olsa karar “gönlünün”
Kararsız bir gününde, onu mu andın?
Bir bakışa, bir gülüşe sen de mi kandın?
Acaba, herkesi, sen kendin mi sandın?
Biraz geç oldu; ama sonunda sen de akıllandın.
Mayın tarlalarını adımlar durursun
Varlığıyla yokluğunun miliminde “yoksun!”
Seni, bir saniye düşünmez; sen mi suçlusun!
Ne diyelim kardeşim, “Allah’ından bulsun.”
Tarih: 19 / 10 / 1992
MANASIZ
Tiksinti verir huysuzlukların,
Baş ağrılarına tanık oluyor yüreğim.
Nereden geldiği anlaşılmayan
Bir tokmak edasıyla beynimde yankılanmakta olan
Arasında sevdalı bakışların,
Yitip giden zamana şahit oluyor benliğim.
Çatık kaşlı, baş belası insanların
Tekerrür eden her lahzasına aldırmadan
Çorap söküğü yamaçlarda bıkmadan,
Kat edilen sabır taşlarını anımsıyor gözlerim.
Çatlaklarından su süzülen bir kayanın
Parçalanmasına ramak kalmışken tabiata haykırmasından.
Maneviyatında maneviyi, hissiyatında hissi, bir bütün olaraktan
Ruhumun derinliklerinde zaptediyor gözyaşlarım.
Kamçılara bürünmüş bir sokak kızının
Kırbaçlarını, günlerce üzerimde gezindirmesiyle
Sarmaş dolaş bir vaziyetteyken
Nefret içinde inliyor gönül değirmenlerim.
Şevkat ve sevgi karabasanlarının
Çapraz ateşi sonunda oluşan karanlık diyarlarından.
Tarih: 12 / 10 / 1992
Baş ağrılarına tanık oluyor yüreğim.
Nereden geldiği anlaşılmayan
Bir tokmak edasıyla beynimde yankılanmakta olan
Arasında sevdalı bakışların,
Yitip giden zamana şahit oluyor benliğim.
Çatık kaşlı, baş belası insanların
Tekerrür eden her lahzasına aldırmadan
Çorap söküğü yamaçlarda bıkmadan,
Kat edilen sabır taşlarını anımsıyor gözlerim.
Çatlaklarından su süzülen bir kayanın
Parçalanmasına ramak kalmışken tabiata haykırmasından.
Maneviyatında maneviyi, hissiyatında hissi, bir bütün olaraktan
Ruhumun derinliklerinde zaptediyor gözyaşlarım.
Kamçılara bürünmüş bir sokak kızının
Kırbaçlarını, günlerce üzerimde gezindirmesiyle
Sarmaş dolaş bir vaziyetteyken
Nefret içinde inliyor gönül değirmenlerim.
Şevkat ve sevgi karabasanlarının
Çapraz ateşi sonunda oluşan karanlık diyarlarından.
Tarih: 12 / 10 / 1992
BEDDUA
Son çırpınışların, içimde hıçkırıklara boğuluyor.
Gönlümün üzerindeki bulutlar sessizce dağılmış
Toz bulutunun ardında, şimdi kumlar savruluyor.
Duman lekesinin bile tadı bozulmuş, rengi açılmış
Perişan gönlümün yağmuru dinmiş
Umut vadisinde, çiçekler bir bir soluyor
Aşk denizinde tayfalar, direğe bağlanmış
Allah’ım, bu insanlara neler oluyor?
Çapraşık her görünen yerden, kanlar sızıyor.
Derin bir uçurumun önünde bulutlar hareketsiz.
Yaşamın bedbaht tablosu göz yaşartıyor
Tüm canlıların ise adım atacak hali yok; hep metanetsiz
İşte, size bir burgulu yaşam şekli daha
Yüzlerce yerinden burkulmuş evrenin dirsekleri
Milyarlarca mahluk, doluşmuşlar büyükçe bir kaba
Bitmek tükenmek bilmez olmuş, akıl almaz istekleri
Her ruhun gölgesinde, bir şaşılık yatar olmuş
Göremez olmuşlar kendilerini, durgun nehirlerin yansıyan aksinde
Sahtekarlık, fitne – fesat doğru olurmuş
Gölgesinden huylanmayan her neslin ayak sesinde
Cam kırıkları arasından, bir yaşam sarkar
Tepe taklak olur dünyalar, her nefesinde
Yaşanacak tüm acılar ortadan kalkar
Ölmekten beter olur nesneler, her keresinde.
Çarmıha gerilmiş her ruhun, bin hesabı var
Köklü yaşamların altında ruhaniler
Bir insan, bir insanı nasıl da boğar! . .
Hesabını vereceksiniz bir bir caniler.
Sistemde bir yerlerde, bir bozukluk mu var? . .
Maddiyatla sarsılmış tüm insan – ı beşer
Yakılmayan ne kaldı ki onu da yaksınlar
Birbirine düşmezdi bütün kardeşler
Kanıt mı istiyorsun; işte, bak yerlerde
Masmavi gökyüzünün hemen altında
Bir cinayet daha işlendi, kim bilir nerede?
Aldanmayın gönüller en nihayetinde,
Tutacak bu katmerli, lanet beddua. . .
Tarih: 6 / 10 / 1992
Gönlümün üzerindeki bulutlar sessizce dağılmış
Toz bulutunun ardında, şimdi kumlar savruluyor.
Duman lekesinin bile tadı bozulmuş, rengi açılmış
Perişan gönlümün yağmuru dinmiş
Umut vadisinde, çiçekler bir bir soluyor
Aşk denizinde tayfalar, direğe bağlanmış
Allah’ım, bu insanlara neler oluyor?
Çapraşık her görünen yerden, kanlar sızıyor.
Derin bir uçurumun önünde bulutlar hareketsiz.
Yaşamın bedbaht tablosu göz yaşartıyor
Tüm canlıların ise adım atacak hali yok; hep metanetsiz
İşte, size bir burgulu yaşam şekli daha
Yüzlerce yerinden burkulmuş evrenin dirsekleri
Milyarlarca mahluk, doluşmuşlar büyükçe bir kaba
Bitmek tükenmek bilmez olmuş, akıl almaz istekleri
Her ruhun gölgesinde, bir şaşılık yatar olmuş
Göremez olmuşlar kendilerini, durgun nehirlerin yansıyan aksinde
Sahtekarlık, fitne – fesat doğru olurmuş
Gölgesinden huylanmayan her neslin ayak sesinde
Cam kırıkları arasından, bir yaşam sarkar
Tepe taklak olur dünyalar, her nefesinde
Yaşanacak tüm acılar ortadan kalkar
Ölmekten beter olur nesneler, her keresinde.
Çarmıha gerilmiş her ruhun, bin hesabı var
Köklü yaşamların altında ruhaniler
Bir insan, bir insanı nasıl da boğar! . .
Hesabını vereceksiniz bir bir caniler.
Sistemde bir yerlerde, bir bozukluk mu var? . .
Maddiyatla sarsılmış tüm insan – ı beşer
Yakılmayan ne kaldı ki onu da yaksınlar
Birbirine düşmezdi bütün kardeşler
Kanıt mı istiyorsun; işte, bak yerlerde
Masmavi gökyüzünün hemen altında
Bir cinayet daha işlendi, kim bilir nerede?
Aldanmayın gönüller en nihayetinde,
Tutacak bu katmerli, lanet beddua. . .
Tarih: 6 / 10 / 1992
TEKER
Hep çevrilir, ters döner, baş noktayı bulursun
Acı bir ıslık çalıp “zınk” diye çakılarak
Görünmez küre olup bir şeye benzemezsin
Uzayıp giden yollarda, durmadan yalpalayarak
Önüne geleni ezer, direneni biçersin.
Ümitsizce tur attırıp derman arattırarak
Mendebur gölge gibi arkamızdan gelirsin
Kah orada, burada; kah da soluklanarak.
Fani bir yaratıcı gibi iz sürmeye başlarsın,
Köpüren denizlere çalkantılar salarak
Dolu dizgin, bir tay gibi dört nala yol alırsın
Umut denen perdeyi hafif aralayarak.
Gezdiğin her diyarda, şimşekler çaktırırsın
Umursamaz tavrınla sahte gülüşler yayarak
Milim ile mesafeyi, tam bir yılda alırsın
Sarhoş bir hancı gibi bağırıp çağırarak
Tarih: 28 / 9 / 1992
Acı bir ıslık çalıp “zınk” diye çakılarak
Görünmez küre olup bir şeye benzemezsin
Uzayıp giden yollarda, durmadan yalpalayarak
Önüne geleni ezer, direneni biçersin.
Ümitsizce tur attırıp derman arattırarak
Mendebur gölge gibi arkamızdan gelirsin
Kah orada, burada; kah da soluklanarak.
Fani bir yaratıcı gibi iz sürmeye başlarsın,
Köpüren denizlere çalkantılar salarak
Dolu dizgin, bir tay gibi dört nala yol alırsın
Umut denen perdeyi hafif aralayarak.
Gezdiğin her diyarda, şimşekler çaktırırsın
Umursamaz tavrınla sahte gülüşler yayarak
Milim ile mesafeyi, tam bir yılda alırsın
Sarhoş bir hancı gibi bağırıp çağırarak
Tarih: 28 / 9 / 1992
Kimim Ben ??? - III
Ben, yalnızlıklar ülkesinin ak sakallı ihtiyarı
Canımdan az, kanımdan fazla sevdiğim.
Sakin ülkenin ihtişamıyla örülmüş, çepeçevre surları
Elimi, vicdanıma her götürüşümde
“İşte, bu benim” diyebileceğim. . .
Canımdan az, kanımdan fazla sevdiğim.
Sakin ülkenin ihtişamıyla örülmüş, çepeçevre surları
Elimi, vicdanıma her götürüşümde
“İşte, bu benim” diyebileceğim. . .
Etiketler:
ak sakallı,
canım,
ülke,
vicdan,
vijdan,
yalnızlıklar ülkesi
Kimim Ben ??? - II
Ruhum, yalnızlığımı örter; görüntüm, gündüzleri sarar.
Solum, sağımdan baskın; kan çanağına dönmüş olan suratım.
Duygularla her karşı karşıya gelişimde,
Düşüncelerden oyulmuş karanlık mağaralar.
Sahte yolculuklarla kapağı attığım tek sığınağım
Solum, sağımdan baskın; kan çanağına dönmüş olan suratım.
Duygularla her karşı karşıya gelişimde,
Düşüncelerden oyulmuş karanlık mağaralar.
Sahte yolculuklarla kapağı attığım tek sığınağım
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)